Garantörlük-Türkiye Gazetesi(03.04.2022)

İstanbul barış için umudun adı oldu. Rusya ve Ukrayna müzakerecileri arasında 30 Mart’ta Dolmabahçe’de yapılan görüşmelerde müşahhas ilerlemeler kaydedildi. Bazı konularda mutabakata varılırken, müzakerelerin sürdürülmesi yönünde de karar alındı. Bundan sonraki safhada evvela dışişleri bakanlarının başkanlığında heyetler arası görüşmeler yapılmasını, son noktayı da iki ülkenin devlet başkanları Putin ve Zelenskiy’nin koymasını bekliyoruz.

Varılacak nihai anlaşmanın muhtevası henüz belirginleşmemekle birlikte, aralarında Türkiye’nin de olduğu bazı devletlerin ortaya çıkacak savaş sonrası düzenlemelerin garantörü olmaları konusu bir süredir konuşuluyor. Hatta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye’nin garantör ülkelerden biri olabileceğini ama detayların henüz netleşmediğini söyledi. Garantörlük için adı geçen diğer ülkeler ise BM Güvenlik Konseyi’nin daimî üyeleri ile Almanya, Kanada, İtalya, Polonya ve İsrail…

Garantörlük, Rusya ile Ukrayna arasında varılacak nihai anlaşmanın taraflarca ihlal edilmeden sürdürülmesini teminat altına almak manasına geliyor. Bunun nasıl yapılacağına dair sihirli bir formül yok. Türkiye’nin daha önceki tek garantörlüğü Kıbrıs’a dairdi. 11 Şubat 1959’da Zürih’te imzalanan garanti antlaşmasının üçüncü maddesi aşağıdaki gibiydi:

“Bu antlaşma hükümlerinin herhangi birinin ihlali hâlinde Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu hükümlere saygıyı sağlamak için gerekli girişimlerin yapılması ve önlemlerin alınması maksadıyla aralarında danışmalarda bulunmayı üstlenirler. Üç garantör devletten biri, birlikte ve birbirlerine danışarak hareket etme imkânı bulunmadığı takdirde, bu antlaşmanın oluşturduğu durumu münhasıran yeniden tesis etmek gayesi ile hareket etmek hakkını korumaktadırlar.”

15 Temmuz 1974’te EOKA militanı Nikos Samson tarafından düzenlenen bir darbeyle Kıbrıs Cumhuriyeti ortadan kaldırılınca, garantörlük hakkına dayanan Türkiye önce İngiltere ile istişarelerde bulunmuş, ardından da 20 Temmuz’da tek başına Ada’ya müdahale etmişti.

Türkiye’nin Kıbrıs’taki garantörlüğü ile Ukrayna’daki muhtemel garantörlüğü arasında benzerlik kurmak mümkün değil. Zira Türkiye 1959’da, Türklerin de yaşadığı Kıbrıs adasının tamamını Yunanistan’a bağlamayı hedefleyen silahlı girişimleri engellemek için bu düzenlemeye taraf olmuştu. Kıbrıslı Türklerin hak ve menfaatleriyle can güvenliklerinin korunması Türkiye’nin en önemli öncelikleri arasındaydı. Ukrayna konusunda böyle bir durum söz konusu değil. Türkiye 2014’ten bu yana Rusya’nın işgali altında bulunan Kırım’daki Müslüman Tatarların hak ve menfaatlerinin korunmasıyla ilgilendiğini daha önce çeşitli kereler açıklamıştı. Ama Kırım Tatarlarını korumak için garantörlük mekanizmasına ihtiyaç olmadığı, zaten adı geçen diğer devletlerin Müslümanların hakları için herhangi bir sorumluluk üstlenmeyecekleri çok açık.

Şayet gerçekleşirse Ukrayna’daki garantörlük mekanizmasının üç unsuru ihtiva edeceğini, üç unsuru ise hiçbir şekilde taşımayacağını düşünüyorum. Önce hangilerinin olmayacağını tartışalım.

Garantörlerin, Ukrayna’daki yeni düzeni korumak için silahlı müdahale hakkı olmamalı. Bu hakkın varlığı Ukrayna için en güçlü garanti olacaktır. Fakat Rusya’nın yeni düzeni ihlali hâlinde garantörlerden gelebilecek bir silahlı karşılık, geniş çaplı bir savaşın başlamasına yol açacaktır.

Garantörler, Ukrayna’nın yeni sınırlarını korumak maksadıyla bu ülke topraklarında askerî üsler kurmamalı. Askerî üslerin varlığı Rusya için daimî bir kışkırtma unsuru olacaktır.

Garantörler, Ukrayna’nın ileride NATO üyesi olmasını hedefleyen herhangi bir girişimden kaçınmalıdırlar.

Garantörlük mekanizması her şeyden önce, Ukrayna’nın anayasal kurumlarının ve bağımsız devlet yapısının güçlendirilmesi için verilecek destekleri ihtiva etmelidir. Ukrayna’da demokrasinin ve insan haklarının korunması için kapsamlı programlar yürütülmelidir. Bilhassa ülkedeki Rus azınlığın haklarının güvence altına alınması ileride meydana gelebilecek gerilimleri önleyebilir.

Garantörler, Ukrayna’nın savaş sırasında uğradığı yıkımın süratle giderilmesi, altyapının onarılması ve ekonominin düzeltilmesi mükellefiyeti altına girmelidir. Mevcut yıkımın giderilmemesi durumunda ülkede çok ciddi iç karışıklıklar çıkması, muhtemelen Rusya’nın da kışkırtmasıyla, siyasi çalkantıların yaşanması söz konusu olabilir.

Garantörler, varılacak anlaşmayı ihlal eden tarafa karşı hep birlikte ağır siyasi, diplomatik ve ekonomik alanlarda çok ağır yaptırımlar uygulamayı taahhüt etmelidirler. Bu husus, anlaşmayı ihlal etmek isteyenleri caydırabilir.

İstanbul toplantısı barış umutlarını yeşertti ama Ukrayna savaşının bitmesini kesinlikle istemeyenlerin olduğunu da biliyoruz. Rusya’nın daha fazla zarar görmesinden ve savaşın küresel ekonomik sonuçlarından fayda bekleyenler var. Bu tür davranışlarda bulunan devletlerin garantör olarak değerlendirilmemesi gerekir.