AB ve virüs (31.05.2020) Türkiye Gazetesi

Salgın en büyük zararı küreselleşmeye veriyor. 1980’lerin başlarından itibaren küreselleşme denilen olgu neo-liberalizmle yükseldi. Serbest ticaret, ülkeler arasındaki sınırların anlamını yitirmesi, sermaye hareketlerinin kolaylaşması, korumacılığın ortadan kalkması gibi unsurlar küreselleşmenin sacayaklarını oluşturdular. Bazı ülkeler küreselleşme dalgalarından olumlu etkilenirken, özellikle “güney” olarak adlandırılan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için büyük tehditler ortaya çıktı.
 
1952’de Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurulmasıyla temelleri atılan Avrupa Birliği’nin bugünkü adına ve şekline kavuşması 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’yla olmuştu. İç sınırların ortadan kalktığı, üyeler arasında en üst düzeyde ekonomik ve parasal birliğin sağlandığı, dışa karşı ortak bir vize politikası bulunan, avroyu tedavüle sokan Avrupa Birliği küreselleşmenin neredeyse tecessüm etmiş hâliydi.
 
Küreselleşmenin gelişmiş ülkelere getirdiği büyük fırsatlar ve kolaylıklar salgın yüzünden teker teker ortadan kalkıyor. Bu AB üyelerini de yakından etkiliyor. Her şeyden önce salgınla mücadele konusunda AB üyeleri arasında yeterince dayanışma olmadığı eleştirileri her geçen gün artıyor. AB’nin fikir babalarından Robert Schumann, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın küllerinden yeniden doğmasının “dayanışmayla” mümkün olabileceğini dile getirmişti. AB’nin ortak bir sağlık politikası olmamasının yanı sıra, başkalarıyla paylaşabilecekleri sağlık malzemelerinin bulunmaması da dayanışma duygusunu zedeledi. Göstermelik yardımlaşmalar kimseyi tatmin etmedi.
 
Bu arada salgın, yetersiz sağlık yatırımlarının AB’yi ne hâle sokmuş olduğunu da apaçık ortaya serdi. Eksik yoğun bakım yatağı ve ventilatör cihazlarını bir kenara bırakıyorum; AB ülkelerinin en temel ilaçları bile ülkelerinde üretmedikleri gerçeği su yüzüne çıktı. Günümüzde AB ülkelerinde tüketilen antibiyotiğin yarısı Çin’den geliyor. AB sınırları içinde 1 miligram bile ateş düşürücü-ağrı kesici (parasetamol) ilaç üretilmiyor. Keza maskelerin ve koruyucu kıyafetlerin de yarısı Çin’den temin ediliyor.
 
AB’nin temelinde dört temel serbestlik bulunur: Malların, Kişilerin, Sermayenin ve Hizmetlerin serbest dolaşımı… Salgın dolayısıyla tedarik zincirlerinde büyük kesintiler oluyor. Özellikle hava ve deniz ulaşımlarında gecikmeler söz konusu. Ama asıl problem içeride. AB ülkeleri arasında malların ve kişilerin serbest dolaşımı sınırlandırılmış durumda. Muhtemelen bu sınırlandırma bugünlere has kalmayacak. Önümüzdeki aylarda artan sayıda AB üyesinin -tıpkı Suriye’den göçün arttığı dönemde olduğu gibi- sınırlarına kontrol noktaları yerleştirmeye başladığını göreceğiz. AB ülkelerinin kendi aralarındaki ortak sınırları denetlemesi, 1997’deki Amsterdam Antlaşması’nın hükümlerinin gerisine düşülmesi anlamına gelir. Üye ülkelerde devlet otoritesinin güçlenmesi ve devletin ekonomideki ağırlığının artması, AB’nin uluslarüstü mekanizmalarını zayıflatır. Uluslarüstülük olmazsa, AB de olmaz.
 
Yılbaşında İngiltere’nin AB’den çıkışının olumsuz etkisi henüz giderilememişken, şimdi de İtalya, İspanya ve Macaristan gibi ülkelerde artan AB karşıtlığı sebebiyle yeni çıkışlar olabileceği akla geliyor. AB karşıtlığı artarken, yabancı düşmanlığı da ivme kazanmış durumda. Salgın birçok insanın psikolojilerini bozdu, siyasi tutum ve davranışlarını değiştirdi. Bu ortamdan en fazla ırkçı partiler yararlanacaktır.
 
Tabii AB’nin içinde bulunduğu durum Türkiye-AB ilişkilerini de etkileyecek. Ama bu konuda iyimser olmak için sebep var. Çin’den çekilmeyi dillendirmeye başlayan AB şirketlerinin bir bölümü yatırımlarını Türkiye’ye de kaydırmayı düşünüyor. Önümüzdeki aylarda bu yönde olumlu gelişmeler yaşanabilir…