Dikkatinizi çekmiştir; son birkaç haftadır basında ve sosyal medyada, İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmek istediğiyle ilgili birçok haber, iddia, mülakat ve uzman görüşü yayınlandı. Hele Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı Fransa-Mısır-Yunanistan-GKRY öncülüğünde oluşturulan şer ekseni dışında -İtalya ile birlikte- kalınca, İsrail’in Türkiye ile müşterek çıkarları olduğu vurgusu sıkça yapılmaya başladı. Libya ile yapılan Doğu Akdeniz Yetki Alanları Sınırlandırma Anlaşmasına benzer bir anlaşmanın Türkiye ile İsrail arasında da yapılabileceği dile getirilir oldu.
Siz de benim gibi, ‘nereden çıktı şimdi bu Türkiye sempatisi birdenbire?’ diye düşünmüşünüzdür. Meseleyi üç maddede analiz edelim:
Birincisi, İsrail’in GKRY ile yaptığı münhasır ekonomik bölge anlaşmasını kendi lehine değiştirme çabaları açık. Bununla birlikte, Türkiye ile bir anlaşma yapma gibi net bir politikası yok. Bu tür haberleri yayarak, GKRY üzerinde baskı kurmak istiyor. Yoksa GKRY ile anlaşmayı tamamen ortadan kaldırarak, onun yerine tıpkı Libya ile yapmış olduğumuz gibi bir deniz yetki alanları paylaşımı anlaşması koymak gibi ne bir niyetleri ne de bir hazırlıkları var. İsrail tarafının geçtiğimiz yıllarda gayriresmî düzeyde ortaya attığı tek somut konu, kendi yetki alanlarında çıkarttıkları gazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarma konusu. Ama petrol ve gaz fiyatlarının düşük seyretmeye başladığı bu dönemde, söz konusu boru hattı meselesi de gündemden düşmüş gözüküyor.
İkincisi, bir kez daha başbakanlık koltuğuna oturan Netanyahu, ilişkilerin normalleşmesi için Türkiye’nin de adım atması karşılığında, özellikle ABD’deki finans çevrelerinden Türkiye’nin kaynak arayışlarına olumlu cevap gelmesine katkı yapabileceği sinyalini veriyor. Netanyahu’nun bu tutumunun gerisinde ise Türkiye’nin başta birleşik Kudüs’ün başkent ilan edilmesi ve Golan’ın ilhakı gibi konular olmak üzere daha önce sergilemiş olduğu duruşu yumuşatma beklentisi var.
Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, Netanyahu-Gantz hükûmetinin birkaç hafta içinde atmayı düşündüğü dehşetengiz bir adım öncesinde Türkiye’de belli çevrelerde bir sempati meydana getirmek. O dehşetengiz adım; Ürdün Vadisinin ilhakı!.. Filistin meselesinde bugüne kadar diplomasi masasına konulmuş ne varsa hepsini yerle yeksan edecek bu girişim karşısında oluşabilecek cepheyi parçalamak için İsrail her ülke için ayrı bir algı operasyonu yürütüyor. Türkiye’ye vermeye çalıştığı sinyal ise ilhak kararına güçlü bir karşı duruş sergilemezse, Doğu Akdeniz konusunda iş birliği yapılabileceği.
Türkiye Doğu Akdeniz’de hem Libya anlaşmasıyla, hem de Mavi Vatan konseptiyle zaten önemli kazanımlar elde etti. Libya anlaşmasının BM’ye tescil edilmesi önemli bir hukuki zemin oluşturdu. Deniz kuvvetlerimiz bu alanda bayrak ve namlu göstermeye devam ediyor. TPAO arama ve sondaj çalışmalarını sürdürüyor. Açıkçası İsrail’in Türkiye ile bir anlaşmaya istekli olması kendi faydasına olur. Fakat Türkiye’nin; İsrail’in yasa dışı ve gayrimeşru işgal ve ilhak politikaları karşısında suskun kalması karşılığında Türkiye’ye bir anlaşma önermek ya da bunu ima etmek beyhude bir girişim.
İşgal ve ilhak politikalarını savunanlar İsrail yönetiminde olduğu sürece, iki ülkenin yöneticilerinin el sıkışması, kameralara poz vermeleri muhaldir. Bu anlamda, Davos’tan beri hiçbir şey değişmemiştir; çünkü İsrail’in politikaları değişmemiştir.
İkili ticaret hacminin son 10 yılda iki katına çıktığı doğrudur. Ama ilişkilerin bunun ötesine geçmesini mevcut şartlar devam ettiği sürece beklemek mümkün değil. Şayet İsrail Ürdün Vadisini ilhak planından vazgeçer ve Filistinlilerin tarihsel ve anlaşmalarla kazanılmış haklarını iadeyi de içeren bir barış sürecine yeşil ışık yakarsa, o zaman Türkiye de buna olumlu karşılık verir. Netanyahu bunu yapar mı? Hayır.