Avrupa Birliği Komisyonu’nun aday ve potansiyel aday ülkeler için hazırladığı yıllık raporlar geçtiğimiz çarşamba günü açıklandı. Türkiye raporunda geçen yıllardaki gibi bilhassa siyasi kriterler açısından eleştirel bir dil kullanan AB Komisyonu, Türkiye’nin yeni müzakere başlıklarının açılmasıyla ilgili beklentilerine kapı aralamadı. Bilakis başta demokrasi, insan hakları, yargı bağımsızlığı olmak üzere Kopenhag siyasi kriterlerinin karşılanmasında önemli eksiklikler olduğunun altını çizerek, bırakın yeni müzakere başlıklarının açılmasını, artık sadece kâğıt üzerinde kalan mevcut sürecin neredeyse tamamen askıya alınması sonucunu doğuracak değerlendirmelerde bulundu.
Dışişleri Bakanlığı aynı gün yayınladığı bir açıklamayla, Komisyon raporundaki birçok hususun haksız ve ön yargılı bir yaklaşımla kaleme alındığını vurguladı. Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, “Komisyon tarafından hazırlanan 25. Rapor olmasına rağmen, AB’nin ülkemize karşı haksız ve ön yargılı yaklaşımını muhafaza etmesi, pek çok tehditle karşı karşıya olan kıtamızın geleceği açısından kaygı vericidir. Raporda yer alan, özellikle siyasi kriterler ile Yargı ve Temel Haklar faslındaki mesnetsiz iddiaları ve haksız eleştirileri tümüyle reddediyoruz. 23. Yargı ve Temel Haklar ile 24. Adalet, Özgürlük ve Güvenlik fasılları tüm çabalarımıza rağmen, 2009 yılından itibaren bir üye ülkenin siyasi engeli yüzünden açılamamışken, üye ülkeler bakımından kendi aralarında bile tartışmalı temel haklar alanındaki pek çok konuda ülkemize yönelik haksız iddialarda bulunulması, AB’nin samimiyetsiz ve çifte standartlı yaklaşımının bir tezahürüdür” ifadelerine yer verildi.
Komisyon 2023 raporunda Türkiye’nin işgalci İsrail’in Gazze’de yol açtığı insanlık dramı karşısındaki tutumunu da değerlendirerek, Ankara’nın Filistin meselesine yaklaşımını eleştirdi. Komisyon, bu tutumuyla Türkiye’nin dış politikasının Avrupa Birliği’nin ortak dış politikasından çok farklı bir yerde bulunduğunu dile getirmeye ve bunu da Türkiye’nin üyeliğinin önünde bir engel olarak göstermeye çalıştı.
Dışişleri Bakanlığı AB Komisyonunun ortak dış politikayla ilgili Türkiye’ye getirdiği eleştirilere ders niteliğinde bir cevap verdi:
“Metinde bir eleştiri olarak yer verilen, ülkemizin Hamas-İsrail savaşına dair tutumunun AB’yle tamamen uyumsuz olduğu yolundaki tespiti ise esasen övgü olarak değerlendiriyoruz. Orta Çağ karanlığından 21. yüzyılda hortlamış sivil bir katliamın karşısında tarihin yanlış yerinde duran AB’ye, evrensel değerlere, uluslararası hukuka ve insancıl ilkelere dayalı politikaların sadece Ukrayna veya Avrupa’nın başka bir bölgesi için değil, Orta Doğu dâhil tüm dünyada geçerli olması gerektiğini hatırlatma gereği duyuyoruz.”
Türkiye’nin bu cevabı AB’ye üye devletlerin hükümetleri tarafından ne kadar dikkate alınır bilinmez. Fakat kendi hükümetlerinin Filistin politikalarına giderek daha fazla seslerini yükselten AB ülkelerinin vatandaşları açısından büyük bir önem taşıdığı açıktır.
Ankara’nın bu vakur duruşu, İsrail’in sürdürdüğü “Orta Çağ karanlığından hortlamış sivil katliamına”, önce gözlerini kapayan ardından da destek veren AB devletlerinin halklarına tüm iletişim imkânları kullanılarak aktarılmalıdır.
Filistinlilere reva görülen müşterek kötülüğü, aralarında sağduyulu ve vicdan sahibi AB halklarının da bulunduğu insanlığın ortak tepkisi dışında şu an durdurabilecek hiçbir güç maalesef yok. AB’nin sözde ortak dış politikası şayet işlenen insanlığa karşı suçlara destek olmayı gerektiriyorsa, vatandaşlarımızın kahir ekseriyetinin, “iyi ki, bu suç ortaklarıyla aynı çatı altında değiliz” diyecekleri tabiidir.
AB, Komisyon’dan Parlamentoya tüm organlarıyla Türkiye’nin önüne yeni duvarlar örüyor. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve vizelerin kaldırılması gibi haklı taleplerimize olumlu yaklaşmıyor. Şimdi de neredeyse tümü canlı yayınlanan insanlığa karşı suçlara -soğukkanlılıkla- ortak oluyor. Bunlarla, geleceğe doğru birlikte yol alma konusunda ısrarımız daha ne kadar sürer bilemiyorum ama AB’nin kendisine Türkiyeli bir gelecek vizyonu çizmediği apaçık ortada.
Dışişleri Bakanlığının AB’nin deprem felaketi sırasına gösterdiği tavrını “dayanışma ve iş birliği ruhuyla, Türkiye’nin katılım sürecinin önündeki engelleri kaldırmak, daha fazla sorumluluk üstlenmek ve ahde vefa ilkesinin gereklerini yerine getirmek” için de göstermesini beklemesi iyi niyetli bir temenniden ibaret.