İsrail’i kimse durduramıyor. Gazze’de, en az yarısını çocuk ve kadınların oluşturduğu ölü sayısı 9.000’e yaklaştı. Hastanelerin kapasitesi 30.000’e ulaşan yaralıları tedavi etmeye yeterli değil. Zaten sağlık kuruluşları da İsrail’in açık hedefi. Filistinlilere yapılan savaş suçu olmanın ötesine geçti. Netanyahu yönetimi dünyaya canlı yayında bir âdeta bir soykırım izletiyor. İsrail askerleri Gazze şehir merkezine doğru ilerliyor. Ve İsrail’i kimse durduramıyor.
Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde soykırım şöyle tarif ediliyor: “Millî, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen yok etmek kastıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri soykırım suçunu oluşturur, a) Gruba mensup olanların öldürülmesi; b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirilmesi; d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler alınması; e) Gruba mensup çocukların zorla bir başka gruba nakledilmesi.”
Bu tarife göre İsrail’in Filistin’de yaptıklarını soykırım kapsamında değerlendirmek zor olmasa gerek. Diğer yandan, Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 8. Maddesinde sayılan savaş suçlarının büyük bir bölümü de İsrail tarafından işleniyor. Sadece en önde gelen beşini sayalım:
1)Çarpışmalarda doğrudan yer almayan sivil bireylere ya da sivil nüfusa karşı kasten saldırı yöneltilmesi;
2)Askerî olmayan, yani askerî maksatlı olmayan sivil hedeflere karşı kasten saldırı düzenlenmesi;
3)Uluslararası silahlı çatışmalar hukuku çatısı altında, siviller ya da sivil nesnelere sağlanan korumadan yararlanma hakları olduğu sürece, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne göre, barış gücü ya da insani yardıma tahsis edilmiş görevli personel, tesis, malzeme, birlik veya araçlara kasten saldırı yöneltilmesi;
4)Savunmasız veya askerî hedef oluşturmayan kent, köy, yerleşim yeri veya binaların bombalanması veya bu yerlere herhangi bir araçla saldırılması;
5)İşgalci devletin kendi sivil nüfusunun bir bölümünü işgal ettiği topraklara doğrudan veya dolaylı olarak nakletmesi veya işgal edilen topraklardaki nüfusun tamamının veya bir kısmının bu ülke içinde veya dışında sürülmesi veya nakli.
Yukarıdaki suçlar ve Statü’de sayılan birçok diğer suç İsrail tarafından her dakika işleniyor.
Netanyahu’nun dinsel metinlere mütemadiyen yaptığı göndermelerle süslediği “seçilmiş halk” inancını, yayılmacı Siyonizm ideolojisinin merkezine oturtan İsrail devleti, hiçbir gücün ve makamın kendilerini durduramayacağını, hesaba çekemeyeceğini, yaptıkları dolayısıyla cezalandıramayacağını düşünüyor. Bu düşünce, başka devletler için geçerli olan uluslararası düzenlemelerin hiçbiriyle bağlı olmayan, ayrıcalıklı bir statüye sahip oldukları inancına dönüşmüş durumda. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un 2002’de ilan ettiği doktrinin özünde yer alan, “Kötülüklere karşı bir mücadele yürüten ABD’nin her türlü eyleminin meşru olduğu ve işledikleri savaş suçları sebebiyle hiçbir ABD unsurunun uluslararası mahkemelerde yargılanamayacağı” yaklaşımının çok daha ötesine İsrail, Gazze’de geçmiş durumda.
BM İnsan Hakları Komisyonu New York Ofisi Direktörlüğü görevinden 28 Ekim’de istifa ederken yazdığı -yaşananlara isyan ettiği- mektupta Craig Mokhiber şunları dile getirmişti: “Bu, tipik bir soykırım örneğidir. Filistin’deki AvrupalI, etnik milliyetçi, yerleşimci sömürge projesi, Filistin’de yerli Filistin yaşamının son parçalarının hızla yok edilmesine yönelik son aşamasına girdi. Dahası ABD, İngiltere ve Avrupa’nın çoğu bu korkunç taarruzun tamamen suç ortağıdır. Bu hükümetler, Cenevre Sözleşmelerine ‘saygıyı tesis etmek’ adına anlaşma yükümlülüklerini yerine getirmeyi reddetmekle kalmayıp, taarruzu silahlandırıyor, ekonomik ve istihbarat desteği ve İsrail’in zulümleri için siyasi ve diplomatik kılıf sağlıyor.”
“Ders kitaplarında yer alacak nitelikte bir soykırım” ifadesini de kullandığı mektubunda Mokhiber, söz konusu insanlığa karşı suçun İsrail tarafından tek başına işlenmediğinin, onun eylemlerine göz yuman, onu engellemek şöyle dursun destekleyen devletlerin de bu suçun ortağı olduğunun altını çiziyor.
Gerçekten de İsrail’e “dur artık” demesi gerektiği hâlde demeyen ve “Filistinlileri yaşadıkları topraklardan çıkararak başka ülkelere gönderme” gibi aşağılık bir projeyi bile tartışılabilir bulanlar 21. yüzyılın bu en büyük kötülüğünün suç ortakları olarak adlarını tarihe kara harflerle yazdırdılar.
Müşterek kötülüğü ancak insanlığın yine müşterek sağduyusu durdurabilir.