İsrail seçimlerinin ardından sular bir türlü durulmadı. Önce sancılı bir koalisyon kurma süreci yaşandı. Ardından, Netanyahu’nun aşırı görüşlere sahip koalisyon ortaklarının söylemlerinin ve attıkları kışkırtıcı adımların Filistin’de “üçüncü intifada”yı tekleyebileceği konuşulmaya başlandı. Son olarak hükümetin İsrail’in hukuk düzeninde yapmaya çalıştığı değişiklikler muhalefetin sokağa dökülmesine yol açtı. Kurulduğu günden bu yana hiç şahit olmadığı bir siyasi çalkalanma yaşayan İsrail’deki istikrarsızlığın daha da artması durumunda ülkedeki farklı gruplar arasında “çatışmalar” olabileceği yorumlarını yapanlar var. Eski Savunma Bakanı Benny Gantz “iç savaş tehlikesinden” söz etti. Şimdilik uzak ihtimal olmakla birlikte, bunun dillendiriliyor oluşu bile İsrail’deki siyasi durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. Netanyahu, “Gösteri hürriyeti ülkeyi anarşi ve kaosa sürüklemek değildir. Egemen bir ülke kaosa dayanamaz” diyerek muhalefeti sert bir dille uyarıyor.
İsrail siyasetini yakından takip uzmanlar, İsrail tarihinin en uzun süreyle başbakanlık yapan siyasetçisi olan Netanyahu’nun daha önceki görev dönemleriyle, bugünkü durumunu mukayese ederlerken iki önemli farklılığa dikkati çekiyorlar:
Birinci farklılık İsrail’in güvenlik durumu. Netanyahu hem 19961999 yılları arasındaki ilk başbakanlığı hem de 2009-2021 dönemindeki ikinci başbakanlığı döneminde güvenlik endişelerini hep ön planda tutmuştu. Suriye, Irak ve Lübnan başta olmak üzere Arap devletlerinden, “nükleer silah yapma planları olan” İran’dan ve HAMAS gibi Filistinli gruplardan algılanan “tehdit”, “gücü ön planda tutan, kararlı ve taviz vermez” görüntüsüyle Netanyahu’nun İsrail’deki farklı kesimlerden destek almasını temin etmişti. Netanyahu, hakkındaki ağır yolsuzluk iddialarını bile “İsrail’in güvenliği için kendi liderliğinin vazgeçilmez olduğu” iddiasıyla göğüsleyebilmişti.
Suriye’de yaşanan iç savaş neticesinde bu ülkenin İsrail açısından güçlü bir “düşman” olmaktan çıkışı, eski ABD Başkanı Trump’ın telkinleri ve teşvikleri sonucunda bazı Arap devletleriyle İsrail arasında “İbrahim Anlaşmalarının” imzalanması ve dışarıdan gelen destek azalınca HAMAS’ın İsrail’le ilişkilerinde yumuşama sürecine girmesi, Netanyahu’nun çok sevdiği “güvenlik endişesi” kartını kullanma alanını daralttı. Bibi’nin elinde bir tek “İran’ın nükleer programı” kaldı. Bu hususa aşağıda döneceğim.
Netanyahu’nun daha önceki dönemlerinden ikinci farklılık ise ülkedeki ekonomik durum. Bilhassa 2009-2020 dönemi İsrail ekonomisinde sıçrama yılları olmuştu. Ülkenin başta bilişim, yazılım ve savunma olmak üzere yüksek teknoloji tabanIı sektörlerdeki yükselişi ülke ekonomisine olumlu yansımıştı. Pandemiyle birlikte, tüm dünyada olduğu gibi İsrail ekonomisinde de gerileme eğilimleri baş gösterdi 2021 ‘de %8,6 büyümüş olan İsrail ekonomisi 2022’de %6 büyüdü. 2023 yılında ise bunun %3’e gerileyeceği tahmin ediliyor. Diğer yandan enflasyon Aralık 2008’den bu yana en yüksek seviyesine Ocak 2023’te tırmanarak %5,4 oldu. Bugün itibarıyla 9,6 milyona ulaşmış olan İsrail nüfusunun, Ukrayna başta olmak üzere eski SSCB topraklarından artan göç ve uzayan hayat süresi sebebiyle 2024 ortalarında 10 milyonu aşabileceği hesaplanıyor. Bu da hem acilen yeni iş imkânları üretilmesini gerektiriyor hem de yaşlanan ve bakıma muhtaç nüfusun ekonomiye getirdiği maliyetin çalışan kesimler üzerindeki baskısını artıyor. Dünyada para bolluğu olan ve tabiri caizse İsrail’e “çuvalla para giren” dönemin sona ermesi Netanyahu liderliğindeki koalisyonun derinleşen ekonomik problemlere kalıcı çareler üretebilmesini güçleştiriyor.
Artan muhalefet baskısı Netanyahu’yu zorlarken, o yine en iyi bildiği siyasi taktik olan “kutuplaştırma”ya sarılıyor. Ama bu metodun karşılık bulabilmesi için daha önceleri İsrail dışı aktörler üzerinden ilerleyebilme şansı varken, bugün o imkân neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumda. Filistinlileri “üçüncü intifadaya kışkırtma” taktiğinin işleyebilmesi için, dış aktörler tarafından siyasi ve mali olarak desteklenen Filistinli grupların olması lazım. Ama o destek artık ortada yok. Netanyahu’nun dört gözle beklediği “kalkışma” bir türlü gerçekleşmiyor.
Lübnan Hizbullahı ya da Suriye’nin de İsrail’le uğraşacak mecali kalmamış durumda. Netanyahu bu bahaneye de sığınamıyor. O zaman geriye bir tek İran’ın nükleer programı kalıyor.
Geçen hafta içinde, ABD Savunma Bakanlığı müsteşarlarından Colin Kahl’in Temsilciler Meclisindeki bir komisyonda “İran’ın nükleer ateşleme sistemi geliştirmesi için sadece 12 gün yeterli” cümlesini sarf etmesi Netanyahu’nun dikkatinden kaçmamıştır. İran’ın İsrail için çok büyük bir tehdit hâline geldiğini söyleyerek, ülkede birlik ve beraberlik çağrısı yapmaktan geri durmayacaktır. İran’ın oluşturduğu nükleer tehdit konusu daha önce Netanyahu’nun işine yaramıştı.
ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in önümüzdeki günlerde İsrail’e yapacağı ziyarette “İran’a karşı alınacak tedbirlerin” de görüşüleceğini İsrail Güvenlik Bakanı ve koalisyonun aşırı sağcı ortağı Yoav Gallant açıkladı. “İran bombası” kartının, siyasi açıdan zor günlerden geçen Netanyahu için bu sefer nasıl sonuç doğuracağını ABD’nin İran’a yaklaşımının tonu belirleyecek.