Gelecek hafta BM Genel Kurulu 77. kez ABD’nin New York şehrinde toplanacak. Genel Kurulun açılış haftasında üye ülkelerin liderleri “uluslararası kamuoyuna” hitap etme fırsatı bulacaklar. Kendi ülkelerinin önceliklerini, bölgesel ve küresel meselelere bakış açılarını ve BM hakkındaki görüşlerini paylaşacaklar. Küresel politikanın oluşumunda önde gelen aktörlerin ne dediğine diğer liderler de kulak kesilirken, daha sıradan ülkelerin liderleri Genel Kurul salonunda nispeten boş koltuklara konuşacak.
Bu yılın BM gündeminin öncelikli konuları arasında BM Reformu yine yok. Başta Türkiye olmak üzere bir avuç dişe dokunur devlet mevcut uluslararası krizlerin, küresel adaletsizliklerin ve insani gelişmişlik dengesizliklerinin arkasında gerçek manada tek dünya teşkilatı olan BM’nin yönetim ve organizasyon zaaflarını dile getirmeyi sürdürecek. Fakat ne Genel Sekreter Gutterres bu konuyu yukarıya taşıyacak, ne de reform yapılabilmesi için destekleri şart olan Güvenlik Konseyinin daimî üyeleri imtiyazlarından mahrum kalabilecekleri bir sürece yeşil ışık yakacak. Uzun lafın kısası, çok az lider tarafından dillendirilecek reform talepleri BM Genel Kurulunun duvarlarında hoş seda olarak kalacak.
Diğer taraftan, BM bu yıl büyük bir kapışmaya sahne olacak. Aslına bakarsanız, o muhtemel kapışmanın öncesinde Rusya ve Çin, Şanghay İşbirliği Teşkilatı’nın Özbekistan Zirvesinde bir gövde gösterisi yapmaya çalıştılar. New York’taki muhtemel kapışma tabii ki, Batı ile Rusya ve Çin arasında olacak. ABD, AB ve onlarla hareket eden Japonya’dan Avusturalya’ya çok sayıda ülke, Ukrayna’yı işgal ettiği için Rusya’yı, Tayvan’ı işgal etmekle tehdit ettiği için Çin’i yerden yere vurmaya çalışacak. Moskova ve Beijing kendilerini hedef tahtasına oturtacak olan “Batı”ya, Hindistan, Türkiye, İran gibi önemli ülkeleri de aralarına alarak bir anlamda, “bu coğrafyada sizin borunuz ötmez” mesajı verme çabası içine girdiler.
Peki gerçekten öyle mi? Rusya ve Çin’in Batı’yla kapışması uluslararası sistemde, Soğuk Savaş yıllarındaki gibi bir bölünmeyi ve iki kutuplu düzeni getirir mi?
Bu soruya kolayca evet demek mümkün değil. Konuyu, kişisel temenni süzgeçlerinden geçirerek, ilmi mesnetten yoksun kanaatleriyle tahlil etmeye çalışanlar, bu bölünmenin çoktan yaşandığını, dünyanın ekonomik ve siyasi merkezinin artık “Doğu” olduğunu, birçok ülkenin de geleceklerini, yeniden tanımlanmış bir yarı küreyle birlikte görmeye başladıklarını söylüyorlar. Hâlbuki uluslararası siyaset sıfır toplamlı bir oyun olmadığı gibi, Soğuk Savaş’ın ideolojik temellerinin yerlerinde yeller estiği “X-Y-Z Kuşağı” çağında, dünyada olup bitenleri siyah-beyaz, iyi-kötü, dostane-hasmane vb. ifadelerle nitelendirenler, en hafif tabirle “demode” kalıyorlar.
Acaba en kalabalık demokrasi Hindistan, ABD’ye karşı tavır alıp, Rusya ile bir ittifak ilişkisine girmek istiyor mu? Özbekistan’daki aile fotoğrafında yer alan İran, tam da nükleer anlaşmanın yeniden imzalanmasına ramak kalmışken, “ABD’ye karşı omuz omuza” çağrısına müspet bakar mı? Hadi uzağa gitmeyelim, Türkiye’ye dönelim. Biz Rusya ve Çin’le bir olup, Batı’yla köprüleri tamamen atabilir miyiz?
Şüphesiz, Batı’ya gerçek manada alternatif olabilecek bir oluşum da yok ortada. Şanghay İşbirliği Teşkilatı henüz ne 1980’lerin AET’si kıvamında ne de 1990’ların NATO’su ayarında bir uluslararası örgüt. Rusya-Çin, Hindistan-Çin, Hindistan-Pakistan arasındaki irili ufaklı siyasi problemler ve karşılıklı güvensizlik bu oluşumun daha müessir bir uluslararası aktör olmasının önüne geçiyor. Mesela, Rusya ve Çin’in Batı ile problem yaşadığı bugünlerde, bu iki devlet bile avro öncesinde AET’nin farazi mübadele aracı olan ECU (Avrupa Hesap Birimi) benzeri bir mübadele aracını işleme koymayı teklif etmiyor. Hâlbuki Asya Hesap Birimi’nin (ACU), ticarette kullanılmaya başlanması durumunda, doların ve avronun saltanatlarının tamamen ortadan kalkacağı gerçeği belki de Moskova’yı ve Beijing’i de ürkütüyor.
Yazımızın başına dönelim. Önümüzdeki hafta BM Genel Kurulunda cılız da olsa BM Reformu gündeme gelse, sadece ABD, Fransa ve İngiltere mi buna karşı çıkacak sanıyoruz. Rusya ve Çin de mevcut adaletsiz düzenden nemalanmadılar mı yıllarca? Uluslararası hukuku kendi çıkarları doğrultusunda ihlal edebilme lüksü sadece Batılı başkentlere ait değil.
Türkiye bu gerçeği biliyor. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak istemiyor. Ankara’nın yaptığı Batı’ya alternatif peşinde koşmak değil, dünyanın dört bir yanıyla dengeli ilişkiler içine girmek. Batı’nın da kendisiyle ilişkilerinde, muhatabının kim olduğunu daha net görmesine “yardımcı olmak”. Birkaç ay arayla hem NATO Zirvesine, hem Şanghay İşbirliği Teşkilatı Zirvesine, devlet başkanı seviyesinde katılabilen tek ülke olmanın doğuracağı avantajların, dezavantajlardan fazla olmasını temin edecek olan ise her zaman olduğu gibi hariciye teşkilatımız olacak.