Ege’nin İki Yakası – Türkiye Gazetesi (04.09.2022)

Yunanistan’ın hava kuvvetlerimize bağlı bir F-16 savaş uçağına modernize edilmiş S-300 hava savunma sistemleriyle “kilit atması” müttefikliğe yakışmayan, düşmanca bir davranıştır. Elbette bu davranışın NATO dâhil her türlü platforma taşınması ve şikâyet edilmesi gerekir. Lakin bu şikâyetlerden herhangi bir sonuç çıkmaz. Zira Yunanistan’ın üyesi bulunduğu NATO’nun bu ülke aleyhine herhangi bir karar alması mümkün değildir. Bizim tepkimiz gerekli ama beyhude bir tepki olarak kalır.
 
Bundan 3 ay kadar önce de yine Yunanistan’ın Ege adalarını uluslararası anlaşmalara aykırı biçimde askerîleştirmesini konuşuyorduk. Hatta Ege’deki aidiyeti tartışmalı adalar mevzuu gündeme gelmiş ve aralarında Millî Savunma Bakanı’nın da olduğu en yetkili ağızlardan, bu durumun gözden geçirilmesi gerektiği yönünde açıklamalar dinlemiştik.
 
Adalar meselesi alevlenmeden az önce de Yunanistan Başbakanı Mitçotakis’in ABD Kongresinde yaptığı ve Türkiye’yi hedef alan konuşması sebebiyle Ankara-Atina hattında gerilim yaşanmıştı. Ama o gelişmeden az önce de, 2016’da kesilen istikşafi görüşmelerin, istişari görüşmeler adıyla yeniden başlatılması söz konusu olmuştu.
 
Herhangi bir Türk Dış Politikası kitabını elinize alıp son 50 yılda Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin seyrini gözden geçirirseniz, yukarıda saydığım konuların vak’a-i adiye nev’inden olduğunu görürsünüz. Ege’nin iki yakasındaki komşular arasında neler yaşanmadı ki 1974’ten bu yana?
 
İki taraf eskiden neredeyse her gün birbirlerini sınır ihlaliyle suçlar ve karşılıklı olarak diplomatik nota verirdi. Hatta Genelkurmay Başkanlığının web sitesinde “Yunanistan’ın sınır ihlalleri” başlıklı bir bölüm vardı. Neredeyse her gün yeni bir hava sahası ya da kara suyu ihlali bilgisi buraya eklenirdi. TRT Haberlerinin mutat başlıklarından biri, “Dışişleri Bakanlığı’na çağrılan Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisine nota verildiği” şeklindeydi. Elbette bunun tersi de Atina’da vuku bulur, Yunan devlet televizyonunun haberleri arasında yerini alırdı. 2000’lerin başında Ege’de Güven Artırıcı Önlemler paketi devreye alınınca -ABD’nin her iki ülkeye verdiği F-16’ların ‘it dalaşı’ sonlandırıldığı gibi- yukarıda bahsettiğim neredeyse her gün karşılıklı nota verme ritüelinden de vazgeçilmişti.
 
Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin sayfalarını karıştırdığımızda daha neler yok ki? Batı Trakya’da Türk azınlığın durumu, seçilmiş müftünün atanmaması, Fener Rum Ortodoks Kilisesi’nin Sen Sinod Meclisi üyelerinin vatandaşlık meselesi, Atina’nın PKK’ya verdiği destek, Lavrion Kampı, teröristbaşının Atina günleri, orman yangınları meselesi, Kardak krizi, Hora krizi, karasuları, adaların silahlandırılması, FIR hattı, hava sahası, Kıbrıs meselesi, Yunanistan’ın 15 Temmuz darbecilerine kucak açması, Ayasofya’nın ibadete açılması…  Liste uzayıp gidiyor…
 
Esasen Türkiye’nin -Avrupa Birliği’ne alınacağını sandığı günlerde- Katılım Ortaklığı Belgesinde kendisine dayatılan “komşularla sınır problemlerinin çözülmesi” talebi doğrultusunda Atina ile bahar havası yaşadığı istisnai bir dönem hariç zaten iki ülke arasında her zaman devasa anlaşmazlık konuları mevcuttu. Yine de, Türkiye ile Yunanistan arasında ne yaşanırsa yaşansın, iki ülkenin siyasetçileri birbirlerine nasıl hitap ederlerse etsinler, NATO’nun sonunu getirecek bir savaş yaşanmadı. Bundan sonra da yaşanmayacak. Daha önceleri olduğu gibi problemler zaman zaman bilinçli olarak tırmandırılacak, Atina’nın çocukça ve abuk-subuk tahrikleri Ankara tarafından karşılıksız bırakılmayacak, başta seçim dönemleri olmak üzere kimi zamanlarda da “kontrollü krizler” vuku bulacak ama silahlı çatışma yaşanmayacak…
Ege’nin iki yakasında son 50 yıldır senaryo bu şekilde akıp gidiyor. Arka planda Ankara ile Atina birbirlerini tartarken, “sıradan” Türkler ve Yunanlılar bir araya geldiklerinde “dolma Türklerin mi, Yunanlıların mı buluşu?” Ya da “Türk kahvesi mi, Yunan kahvesi mi?” temalı klasik muhabbete dalıyorlar. Bilhassa yazları Ege adalarını ucuz deniz ürünleri yemek isteyen Türk turistler dolduruyor. Yunanlılar da hafta sonu alışverişlerini Edirne çarşısından yapıyorlar. Magazin programları balayını Santorini ya da Mikonos’ta geçiren -sorsan haritada Gökçeada’nın yerini gösteremeyecek- sonradan görme çiftlerin haberleriyle doluyor…
 
Bütün bunlar oluyor da, bir şey daha oluyor: Yunanistan Türkiye karşısındaki haksız kazançlarını kalıcı hâle getiriyor. AB üyesi ve ABD’nin “özel müttefiki” sıfatıyla Ege’yi günbegün “Yunan denizi”ne dönüştürüyor. “Kontrollü gerilim” Atina’nın en sevdiği senaryo. Batılı ağabeylerine ağlayarak el açmak için fırsat bulmuş oluyor. Ankara esip gürleyince Atina memnun oluyor. Zira 50 yıldır biliyor ki, esip gürlemenin ardından fırtına gelmeyecek; yağmur bile yağmayacak ama Batı’dan bol bol silah yardımı gelecek…
 
Bu böyle gitmez. Türkiye gerçekten Ege ve Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerinin peşinde olduğunu bugüne kadarkilerden çok daha somut adımlar atarak göstermeli. İki adım derhal atılmalı: TBMM açılır açılmaz Deniz Yetki Alanları Kanunu çıkarılmalı ve Ege’deki güya “aidiyeti tartışmalı” adalar kendilerine en yakın mülki idare amirliğinin sorumluluğuna verilmeli.
İşte bunlar yapılırsa o zaman gerçekten Yunanistan karşısında irtifa kazanmış oluruz. Aksi takdirde bu gidişat her yönüyle Yunanistan’ın lehine…