Yunanistan’ın Akdeniz yanılgısı (26.07.2020) Türkiye Gazetesi

Yunanistan, uzun yıllardır Ege ve Akdeniz’de tek taraflı olarak çizdiği deniz yetki alanları haritalarını Türkiye’ye dayatmaya çalışıyor. Avrupa Birliği üyesi olmanın avantajından da yararlanarak ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’yle dayanışma içinde hareket eden Atina yönetimi, uluslararası deniz hukukunun temel prensiplerini bir kenara bırakarak, tamamen maksimalist bir yaklaşımla Ege ve Doğu Akdeniz’i neredeyse bir Yunan-Rum gölü hâline getirmenin çabası içinde.
Maalesef geçmişte Türkiye sesini uluslararası kamuoyuna arzu ettiği kadar duyuramadı. Bir avuç devlet adamı, akademisyen ve bürokratın karşı çabalarına rağmen, Yunanistan’ın tezlerini etkisiz kılacak güçlü bir tutum sergilenemedi. Bugün geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki, diğer birçok konuda olduğu gibi, Türkiye’nin millî menfaatlerine uygun bir duruş gösterememesinin arkasında FETÖ ihanet şebekesine ruhlarını satmış bazı askeriye ve hariciye mensuplarının büyük rolü olmuş. Nitekim 15 Temmuz ihaneti akabinde bunların bir bölümü kendilerini Yunanistan’ın kucağına bırakıvermişti. Yıllarca kendisine hizmet ettikleri bu devlet de, darbeci hainlere sahip çıkmakta bir beis görmedi.
Başbakanlığı döneminde verdiği direktiflerle yerli sanayinin üreteceği millî teknolojilerin yolunu açan Recep Tayyip Erdoğan, denizlerimizdeki hidrokarbon rezervlerini tespit edip, sondaj gerçekleştirebilecek gemilerin de faaliyete geçmesini temin etti.
Askerî ve sivil bürokrasi FETÖ’cü çeteden arındıkça, dış ve güvenlik politikalarındaki millîleşme de aynı oranda arttı. Türkiye’nin bölücü terörle mücadelesinde en büyük başarıları 15 Temmuz’dan sonra elde ediyor oluşu, sınırlarımızın ötesindeki tehditlere başarılı müdahalelerin yine 15 Temmuz’dan sonra gerçekleştirilmeleri asla tesadüf değildir. Bu bağlamda, Akdeniz’de Türkiye’yi Antalya Körfezine hapsetmeyi amaçlayan Yunan-Rum komplosu da bozuldu. İhanet şebekesinden arındırılan şanlı Türk donanması Akdeniz’de destan yazmaya başladı. Türkiye’nin meşru Libya hükûmetiyle imzaladığı deniz yetki alanları paylaşım anlaşması sonrasında, daha önce hiçbir arama faaliyeti gerçekleştirilmemiş Mavi Vatan parçalarında da Türk arama ve sondaj gemileri bayrak göstermeye başladı.
Türkiye haklarının peşine düşünce Yunanistan çığırtkanlığının seviyesini arttırdı. GKRY’nın yanı sıra koltuğa oturduğu günden itibaren Türkiye’ye karşı olumsuz bir tavır içine giren Emmanuel Macron’un Fransasını da yanına aldı. Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi tamamen paralize etmeyi hedefleyen Yunanistan, Mısır ve İsrail’le de sıcak temaslar içine girdi.
Atina geçmişte Avrupa Birliği kartını kullanarak Türkiye’yi frenlediği çabalarının bu kez de aynı sonuçları doğuracağı şeklinde yanlış bir hesap içinde. AB Dönem Başkanı Almanya’yı devreye sokarak Türkiye üzerinde baskı kurdurmayı bile deniyor. Hâlbuki geldiğimiz noktada Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye herhangi bir yaptırım gücü bulunmuyor. Neyle korkutacaklar Türkiye’yi? Fiilen donmuş olan üyelik müzakerelerini askıya almakla mı?
Esasen uluslararası deniz hukuku kuralları çerçevesinde Türkiye’nin haklılığını kabul etmemek mümkün değil. Deniz yetki alanları ana karanın kıyı uzunluğuna göre tespit edildiğine göre Doğu Akdeniz’e en uzun kıyıya sahip Türkiye’nin, topu topu 10 kilometrekarelik bir yüzölçümüne ve 2 kilometre kıyı uzunluğuna sahip Meis adasıyla engellenmesi hukuka, akla ve mantığa aykırı.
Uluslararası hukuk her ne kadar Türkiye’nin tezini destekliyorsa da bugüne kadarki tecrübelerimiz gösteriyor ki, egemenlik kâğıt üstünde değil sahada bayrak göstererek kazanılıyor ve korunuyor. Bu yüzden Türkiye kendi deniz yetki alanlarındaki egemenliğinin bir tezahürü olarak arama ve sondaj faaliyetlerini sürdürecek. Donanmamız da bu faaliyetlerin güvenliğini temin edecek.
Elbette Ege’nin iki yakasında yer alan NATO müttefikleri arasında gerilimin yükselmesi arzu edilecek bir durum değil. İki ülke arasında uzunca bir süredir askıya alınmış olan istikşafi görüşmelerin yeniden başlamasıyla, hiçbir probleme çözüm bulunamayacak olsa da, en azından bir sıcak çatışma ihtimali azaltılabilir. Bununla birlikte, Türkiye’nin diplomasi masasında millî menfaatlerinden ve haklarından taviz vereceğini herhâlde aklı başında tek bir Yunanlı bile düşünmüyordur.
Devir değişti Yorgo!.. Hora gitti, Oruç Reis geldi; Barbaros Hayrettin Paşa geldi Hristo!.. SİHA’lar destan yazıyor Aleksis!.. FETÖ’cülerinizi bağrınıza basın, onlarla eski günlerinizi yâd edin Kriakos!..
Ayasofya’nın tekrar ibadete açıldığı şu mübarek günlerde, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de önünü kesmeye çalışanlar, şapkalarını önlerine koyup bir kez daha düşünmeliler…
 
  •