Fransa’nın Libya politikası (21.06.2020) Türkiye Gazetesi

Fransa darbeci general Hafter’e siyasi ve askerî destek vermekle kalmıyor, BM tarafından tanınan meşru Ulusal Mutabakat Hükûmeti’nin ülkede istikrarı temine dönük çabalarını da baltalamayı sürdürüyor. Bu çerçevede bir yandan, silah ambargosunu gerekçe göstererek Trablus güçlerinin ülke dışından destek almasının önünü kesmeye çalışıyor, diğer yandan da başta Türkiye olmak üzere Libya Başbakanı Fayiz es-Serrac’ın yanında yer alan tüm devletleri yıldırmaya çalışıyor.
 
Emmanuel Macron’un desteklediği Hafter kendisine muhalif olan Libyalıları, silahlı veya sivil olduklarına bakmaksızın katleden bir terörist. Ülkenin doğusundaki Terhune’de bir hastanede ve tespit edilebilen toplu mezarlarda yüzlerce kişinin cesedine ulaşılmış durumda. Eylemleri savaş suçu ve insanlığa karşı suç kapsamına giren ve ileride işlediği bu suçlardan dolayı mutlaka yargı karşısına çıkarılacak olan bir figürü Fransa neden destekler?
 
Devrik ve maktul Libya lideri Muammer Kaddafi ile dönemin Fransa Devlet Başkanı Nicholas Sarkozy arasında başlangıçta keyifli bir ilişki vardı. Kaddafi Sarkozy’nin 2007’deki seçim kampanyasına iddiaya göre 50 milyon avroluk bir “bağış” yapmış, Sarkozy de Kaddafi’nin uluslararası toplum nezdindeki itibarının yükseltilmesine büyük katkı sağlamıştı. Fakat Arap ayaklanmaları başladığında, Kaddafi’nin kendisine verdiği yasa dışı desteğin ortaya çıkmasından ve dolayısıyla siyasi geleceğinin tehlikeye girmesinden endişe eden Sarkozy, NATO’da bir mutabakat olmadığı hâlde, tam bir oldubitti ile 19 Mart 2011’de Libya’ya saldırmıştı. Fransa’nın tek başına hareketiyle Libya’daki insani durumun daha da kötüleşeceği düşüncesiyle 25 Mart 2011’den itibaren Libya operasyonun komutasını devralmıştı.
 
Sarkozy, Kaddafi’nin kendisine verdiği iddia edilen paralarla ilgili gözaltına alındı, hakkında dava açıldı. Sarkozy, “rüşvet almak, seçim kampanyasını yasa dışı yollardan finanse etmek ve Libya kamu fonlarının kötüye kullanılmasını gizlemekle” suçlanıyor. Bu ayın 8’inde davaya Paris Temyiz Mahkemesi’nde devam edildi. Sarkozy hakkındaki kararın Eylül 2020’de çıkması bekleniyor.
 
Fransa yargısı Sarkozy hakkındaki rüşvet iddialarını araştırıyor da, 19 Mart 2011’de neden Libya’ya saldırı emrini verdiğini sormuyor. Aslında düğüm burada.
 
Fransa’nın tarihi, Afrika’yla ilgili benzer birçok olayla dolu. Çok bilindik sömürgecilik ve darbe tezgâhlama konularına girmeyeceğim. 1956’daki Süveyş Kanalı Savaşı’nı hatırlatacağım. Cemal Abdülnasır Süveyş Kanalı’nı millîleştireceğini açıklayınca, Fransa ve İngiltere gizli bir toplantı yapmış, toplantıya bilahare İsrail temsilcisi de çağrılmıştı. Plana göre İsrail Mısır’a bir bahaneyle saldıracak, iki ülke çatışırken, Süveyş Kanalı’nın, dolayısıyla dünya ticaretinin güvenliğini sağlamak bahanesiyle, Fransa ve İngiltere Mısır’a müdahale edecekti. Plan bu şekilde işletildi ama utanç verici bir fiyaskoyla sonuçlandı. ABD ve SSCB’nin devreye girmesiyle Fransa ve İngiltere geri çekilmek zorunda kaldı. BM Güvenlik Konseyi üyesi bu iki ülkeye kimse uluslararası hukuk çerçevesinde hesap soramadı.
 
Herhâlde Macron da, savaş suçu işleyen Hafter’e destek vermeye devam ederken, kimsenin kendisinden hesap soramayacağını düşünüyor. Ama bu dönem, eskiye nazaran farklı. Uluslararası ilişkiler tarihinin önemli kırılma noktalarından birinden geçiyoruz. Apaçık deliller ortaya konulduğunda, kimin kiminle ne şekilde ilişki kurduğu ortaya çıktığında, Hafter uluslararası yargı önüne çıkarıldığında, ona destek verenler kendilerini bu işten kolayca kurtaramayabilirler. Eylül ayında -küçük bir ihtimal de olsa- belki Fransız yargısı tarafından aklansa bile Sarkozy’nin Libya meselesinden yıllardır neler çektiği ortada.
 
Macron’a sorarsanız Hafter’i, Libya’da radikallere karşı mücadele ettiği için desteklediğini söylüyor. Sarkozy de, Libya’ya insani müdahale başlatmıştı zaten. İnandırıcılıktan uzak gerekçeler bunlar. Fransa’nın Libya’ya duyduğu ilgilinin sebeplerini daha derinde aramak lazım. Sarkozy’nin de Macron’un da yakın ilişki içinde olduğu Fransız askerî-endüstriyel kompleksi ve enerji şirketlerinin Kuzey Afrika’ya dair hedeflerini iyi analiz etmek lazım.
 
Fransa Libya’da meşru tarafın yanında olsa ve Türkiye ile iş birliği yapsa, hem ülkenin bir an önce huzura kavuşması hem de bölgeye sızmaya çalışan aşırı grupların kontrolü kolaylaşır. Ama bu yolu seçmiyor. Paris’in artık De Gaulle döneminden kalan “Afrika Fransa içindir” yaklaşımını terk etmesi lazım. Tabii ki, hürriyet. Tabii ki, müsavat. Tabii ki, uhuvvet. Ama ayrıca, meşruiyet, insaniyet ve hüsnüniyet lazım uluslararası ilişkilerde…
 
Türkiye’nin uluslararası alandaki meşru, insani ve hüsnüniyetli dış politikasının ne kadar karşılık bulduğunun apaçık bir göstergesi olarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Başkanlığına seçilen değerli diplomat ve devlet adamı Volkan Bozkır’ı da bu vesileyle kutluyor ve görevinde hayırlı hizmetler diliyorum.