Bunun adı İslamofobi (İslam korkusu) değil, apaçık İslam düşmanlığı, Müslüman düşmanlığı. Bu münferit bir hadise değil, sapkın düşüncelerle zehirlenmiş kitlelerin Brenton Tarrant adlı canide şahsiyet bulmuş hâli. Bu, Müslümanlara karşı her türlü ayrımcı söylemin, dışlayıcılığın, nefret dilinin, “İslamcı terörün doğurduğu olağan toplumsal refleks” olduğu gerekçesiyle hoşgörülmesinin doğrudan neticesi…
Yeni Zelanda’nın Christchurch şehrinde iki camide ibadet eden Müslümanları hedef alarak onlarcasını katleden ve yaralayan katil, “medeni” devletlerin hükûmetlerinin, üniversitelerinin, sivil toplum kuruluşlarının, basınının bir türlü adını koyamadığı, farkında olsalar da, kabullenmedikleri, ırkçı ve ayrımcı dalganın mensuplarından sadece biri. Ellerine henüz silah almasalar da, onun gibi milyonlarcası Müslümanları doğrudan hedef alan tutumlarını her gün dile getiriyorlar. Sadece sosyal ortamlarda değil, siyasi kampanya yaparken bile hiç çekinmeden İslam’ı ve Müslümanları istiskal eden sözleri ardı ardına sıralıyorlar. İfade ve basın özgürlüğü kapsamında hiçbir takibata tabi tutulmayan bu insanlık düşmanları, bir gün bir ülkenin meclisinde, diğer gün Avrupa Parlamentosunda, başka bir gün bir gazete köşesinde nefretlerini kusabiliyorlar.
İslam düşmanı Tarrant, meşum eylemini gerçekleştirmeden önce hazırladığı -bazılarının manifesto dediği- suç itirafnamesinde diyor ki: “Topraklarınızda huzur içinde yaşayabilirsiniz, size zarar gelmeyecek. Boğaz’ın doğu yakasında. Ama Boğaz’ın batı yakasında bir yerde yaşamayı denerseniz; Avrupa’ya gelirseniz sizi öldüreceğiz! Konstantinopolis’e gelir, tüm cami ve minareleri yıkarız. Ayasofya minarelerden kurtulacak ve Konstantinapolis hak edildiği gibi tekrar Hristiyan şehri olacak…”
Tarrant Müslümanları katletmeye başlamadan sadece saatler önce Avrupa Parlamentosu’nun kabul ettiği Türkiye raporunda yazılanlar; Tarrant gibilerin yetiştiği bataklıklara çamur taşımaktan başka ne işe yarıyor? Bakın ne diyor Avrupa Parlamentosu:
“…Parlamento, Türkiye’de dinî hürriyetlere saygının yokluğundan ve Hristiyanlar ve Aleviler dâhil dinî azınlıklara yönelik ayrımcılıktan, dinî temelli şiddetten ciddi endişe duymaktadır. Kiliselerin ibadet mekânları kurmaları veya mekânlarını ibadet için kullanmaları konusunda hâlen sorunlarla yüz yüze olduklarının altını çizmektedir…”
“…Parlamento Türk Hükûmetini kültürel mirasın korunmasıyla ilgili hukuki zorunluluklara saygı göstermeye ve bunları tam olarak uygulamaya davet ederken, bilhassa geçen yüzyılda tahrip edilen veya yıkılan Rum, Ermeni, Asuri ve diğer kültürel miras unsurlarının bütünleşik bir envanterinin hüsnüniyetle yapılmasını istemektedir. Bu bağlamda, tarihî-dinî Ayasofya anıtının fizyonomisini değiştirmeyi öngören her türlü aşırı görüşe ve bu yapının camiye dönüştürülmesine karşı çıkmaktadır…”
Türk ve Müslüman düşmanları yetiştirmek için daha fazla yalan söylemenize gerek var mı? Avrupa Parlamentosu, binlerce ırkçı siyasetçinin ve tescilli Türk düşmanının bu utanç belgesine atıf yaparak, “Hristiyanların ibadetine engel olan, kiliselerini yıkan, dinî özgürlükleri kısıtlayan Türkleri Batı ülkelerinden çıkarmak için” kin ve nefret tohumları ekmesini bugüne kadar engelleyecek ne yaptı? Ya da ülkelerinde nefret dilini siyasi söylemlerinin standardı hâline getirenlere karşı o ülkelerin yasaları nasıl işletildi?
Chirstchurch katliamı, artık inkâr edilemez bir olgu hâline gelen Batı toplumlarındaki İslam düşmanlığının farkına varılması ve buna karşı her türlü tedbirin alınması için son olay olmalıdır. Alarm zili çalmaktadır.
***
Geçtiğimiz cuma günü, Türkiye’nin yetiştirdiği en önde gelen uluslararası ilişkiler uzmanlarından Prof. Dr. Beril Dedeoğlu Hoca’mızı toprağa verdik. Beril Hoca, akademik hayatı boyunca sadece ders verip, öğrenci yetiştirmedi. Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyeliğinden, Yükseköğretim Kurulu üyeliğine, Avrupa Birliği Bakanlığından, Rektörlüğe kendisine tevdi edilen tüm vazifeleri bihakkın yerine getirdi. Ankara’dan devlet çağırdığında da, Türkiye’nin dört bir yanından millet çağırdığında da, hiçbir bahane ileri sürmeden davete icabet etti. Okudu, düşündü, konuştu, yazdı. İyimserliğini ve pozitif bakış açısını hiç terk etmedi. Asli mesleği olan ‘Hoca’lıktan en yoğun zamanlarında bile vazgeçmedi. Arkasında binlerce öğrenci, her zaman istifade edeceğimiz bilimsel çalışmalar ve bu gökkubbede bir hoş sada bıraktı.
Beril Hoca’mıza Cenâb-ı Hakk’tan rahmet, ailesine ve dostlarına baş sağlığı diliyorum.