Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkeleri denildiğinde Fransa ve Almanya’nın isimleri akla gelir. Bu iki ülkenin mutabakatı olmadan AB politikalarında hiçbir ilerleme sağlanamaz. Yeni üye kabulünden, kurumsal yapının tadil edilmesine kadar her konuda Berlin-Paris mutabakatı yazılı olmayan bir kesin kural hâline gelmiştir. Diğer bir ifadeyle, AB’nin istikrarı evvela bu iki ülkenin iç istikrarına ve kendi aralarındaki iş birliğine bağlıdır.
Fransa’da Macron hükûmetini sarsmakta olan “Sarı Yelekliler Krizi” birkaç sebepten AB’nin diğer ülkelerini de endişelendirmektedir.
Birincisi, geçmişte birçok kez örneği görüldüğü gibi Paris sokaklarında başlayan halk hareketleri, hemen kontrol altına alınamazsa kısa sürede önce Belçika ve Hollanda’ya, ardından Almanya’ya ve Avrupa’nın diğer ülkelerine sıçrar. Avrupa ülkelerinde halkın şu veya bu sebeple hükûmetlerin politikaları sebebiyle bir memnuniyetsizliği varsa, Paris’ten yükselen ses Brüksel’de, Berlin’de, Roma’da da yankı bulur. Her ne kadar AB makamları 2008’de başlayan küresel mali krizin olumsuz etkilerinin giderildiğini söyleseler de, resmî raporlardaki rakamlar ile AB vatandaşlarının gündelik hayatta yüzleştikleri gerçeklerin birbirleriyle örtüşmediği sıklıkla dile getiriliyor. İçten içe devam eden ekonomik sıkıntılar, en fazla dar gelirli ve orta seviyedeki Avrupalıları etkiliyor. Çoğu Avrupa ülkesinde aşırı sağın yükselişe geçmesinin arkasında yatan sebeplerden birinin de ekonomik sıkıntıların devam etmesi olduğu biliniyor.
Hâl böyleyken, Fransa’da “hayat pahalılığını” ve “işsizliği” gerekçe göstererek sokaklara dökülenlerin, başka ülkelerde de aynı durumdan rahatsız olanlara emsal teşkil etme ihtimali yüksek. Dahası, ilk memnuniyetsizlik dalgası ortaya çıkıp, hükûmete geri adım attırıp, konumunu kalıcılaştırmaya başladığı andan itibaren, doğrudan geçim sıkıntısıyla ilgili olmayan başka “memnuniyetsiz” kesimler de, Sarı Yelekliler’in yanında yer almaya başladılar. Geçen hafta binlerce üniversite ve lise öğrencisinin yaptığı gösteriler, Macron’un kesin çözüm getirecek önlemleri almakta gecikmesi hâlinde meselenin çok daha ileri seviyelere taşınabileceğini gösteriyor.
İkincisi, Fransa’nın ekonomik açıdan istikrarsızlaşması bu ülkedeki göçmen işçiler açısından da ciddi problemlere yol açabilir. Fransa nüfusunun %12’sini başka ülkelerde doğan kişiler oluşturuyor. Ama kentsel alanlarda yaşayanların %20’si, başkent Paris’te yaşayanların ise %40’ı göçmen. Yaklaşık 12 milyonluk göçmen nüfusunun neredeyse yarısı AB ülkelerinden çalışmak üzere Fransa’ya gelip yerleşen kişiler. Bu grupta Portekiz, İspanya, İtalya, İngiltere ile Polonya, Romanya ve Macaristan gibi Doğu Avrupa ülkeleri başta geliyor. Fransa’da işler kötüye giderse, bu göçmenlerin -özellikle de en son genişleme dalgasından sonra Doğu Avrupa’dan gelenlerin- ülkelerine geri dönmesi söz konusu olabilir. Tabii bu da, zaten ekonomik açıdan çok iyi göstergelere sahip olmayan bu ülkelerde de yeni problemlerin ortaya çıkmasına yol açabilir.
Üçüncüsü, Fransız ekonomisinin bozulması bu ülkeyle ticaret yapan tüm ülkelerin ekonomilerini çeşitli seviyelerde etkileyecektir. Ama en büyük etkisi yine AB ülkeleri üzerinde olacaktır.
Fransa’nın en fazla ticaret yaptığı ilk 10 ülke sırasıyla şöyle: Almanya, İspanya, İtalya, ABD, Belçika, İngiltere, Çin, Hollanda, İsviçre, Polonya… İlk 10’un 8’i Avrupa ülkesi. Yani sokak olayları büyüyerek daha büyük siyasi ve mali krizlere yol açar da, Fransız ekonomisi zarar görürse, otomatik olarak bu durum Fransa ile yakın ticari ilişki içinde bulunan ülkeleri de derinden etkiler. Fransa üretemezse, ihracat yapamaz, ihracat yapamazsa para kazanamaz, para kazanamazsa ithalat da yapamaz. Paris’teki olaylar sebebiyle turizm gelirlerindeki kayıplar haberlere yansıyor ama problem çözülemezse Fransa ve AB için ortaya çıkacak kayıp devasa boyutlarda olabilir.
Dördüncüsü, Macron Hükûmeti’nin devrilmesi veya siyasi gücünün sarsılması, AB’nin geleceği için hayati öneme sahip Avrupa Ordusu projesinin de suya düşmesine sebep olacaktır. Merkel’in de Almanya Başbakanlığından ayrılmasından sonra, itibarı sarsılmış Macron liderliğindeki Fransa ile henüz devlet adamlığında rüştünü ispat etmemiş müstakbel Almanya başbakanı, son derece maliyetli Avrupa Ordusu projesine yön vermekte zorlanacaklardır. Macron bir an önce iktidarını sağlamlaştıracak adımları atmazsa, AB ülkelerinde hiçbir hükûmeti -hele ABD’nin açıkça karşı çıktığı- pahalı bir savunma projesine güçlü destek vermeleri için ikna edemez.
2019 AB ülkeleri için sürprizlerle dolu geçecek gibi gözüküyor…