Tahran Zirvesi’nde üç ülke bazı asgari müştereklerde anlaşmış ve bu hususları bir bildirgeyle ilan etmişlerdi. Zirve’de Başkan Erdoğan’ın ateşkes çağrısına rağmen Rusya ve Suriye rejim güçleri İdlib’i bombalamayı sürdürdü. Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’un cuma günü yaptığı açıklamalara bakılacak olursa, Rusya İdlib’deki “insani krizi hafifletmek için bir insani koridor açılmasından yana” olmakla birlikte, İdlib’i bombalamaya önümüzdeki günlerde de devam edecek.
Suriye’deki çatışmaların başlamasının üzerinden yedi yılı aşkın bir süre geçti. Özellikle son bir yıl içinde hız kazanan diplomatik süreçler, Türkiye’nin başarılı operasyonlarıyla DEAŞ’ın bölgeden çıkarılması ve Rusya ile İran desteğindeki rejim güçlerinin elde ettiği askerî üstünlük, çatışmaların yakın vadede sona erebileceği görüntüsünü vermekteydi. Fakat İdlib krizi, Suriye’deki insanlık trajedisinin çok daha korkunç hâle gelmesine sebep olabilecek sonuçlara gebe. Ama Suriye’deki iç çatışmalar bir yedi yıl daha sürmeyecek.
Suriye’de çatışmaların sona erme sürecinde nasıl bir siyasi tablo ortaya çıkabileceğini tahmin edebilmek için meseleye doğrudan ya da dolaylı olarak müdahil olan ülkelerin Suriye politikalarına değil, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgesindeki hedeflerinin ne olduğuna bakmak lazım.
Rusya ile başlayalım… Putin, rejim güçlerine Esad’ın kara kaşı, kara gözü için yardım etmeye başlamadı. Rus askerî desteği olmasaydı, bugünkü manzaranın ortaya çıkması mümkün olmayacaktı. Rusya kendi ekonomisine büyük yük getiren bu desteği üç stratejik hedefe ulaşabilmek için verdi.
Birincisi, Doğu Akdeniz’de “ben de varım” demek. Bugün itibariyle Rusya bir Akdeniz gücüdür. Önümüzdeki dönemde hem bölgedeki hidrokarbon rezervleri hem de Avrupa-Uzak Doğu ticaret yolları konusunda Rusya’nın daha da etkin olduğunu göreceğiz.
Rusya’nın ikinci hedefi, Suriye’deki askerî mevcudiyetini kalıcı hâle getirmekti. Rusya bu ülkedeki deniz ve hava üslerini modernize etti. Çatışmalar bitse de oralardan çıkmayacak. Artık Rusya’nın da bölgede bir “çekiç gücü” olduğundan söz edilebilir.
Üçüncüsü, Orta Doğu’da ABD’nin tek başına yürüttüğü operasyonları güçleştirmek ve etkisizleştirmekti. Rusya’nın deniz ve hava unsurlarının bölgedeki varlığı ABD’yi rahatsız etmeye başladı bile.
Rusya Suriye’de “çözümü”, yukarıdaki üç hedefe ulaşmasında kendisine yardımcı olacağı oranda destekleyecek; bu stratejik hedeflere ulaşmasını zora sokacak her türlü girişime ayak direyecek.
Diğer bir aktör İran… Tıpkı Moskova gibi Tahran da, Esad’ın hatırı için ya da çokça dillendirilen “mezhep dayanışması” için rejime destek vermiyor. Tahran kendi güvenliğini sınırlarından uzak alanlarda bir kuşak oluşturarak temin etmek ve tehdit olarak algıladığı ülkelere benzeri tehditleri yöneltmek istiyor. Tahran yönetiminin Yemen’deki faaliyetleriyle, Suriye’deki faaliyetleri -arka plandaki fikrî çerçeve açısından- birbirinden farklı nitelikte değil. Dolayısıyla Lübnan-Suriye-Irak hattı boyunca, İsrail ve Suudi Arabistan’ı kendisine saldırmaktan “caydıracak” bir yapılanma peşinde. Bunun için de, Suriye’de rejimin kazanmasını, İran paramiliter güçlerinin de bir şekilde bu ülkede kalıcı hâle gelmesini istiyor.
İdlib’deki insani durum aslında ne Rusya’nın ne de İran’ın umurunda. Türkiye’nin hassasiyetlerini anladıklarını dile getiriyor ama bu krizi ortadan kaldıracak somut bir şey yapmıyorlar.
ABD’ye gelelim. Trump’ın bir Suriye politikası yok. Çünkü Trump’ın bir dış politikası yok. Ama ABD’nin bir dış politikası var. Bu politikayı uzunca bir süredir ABD Savunma Bakanlığı yürütüyor. Onların da üç temel hedefi var.
Birincisi, Suriye’nin kuzeyinde -ileride Irak’ın kuzeyiyle de birleşebilecek- bir Kürt devletinin kurulması. Böylece İran’ın bölgedeki faaliyetlerinin engellenebileceğini düşünüyorlar. Türkiye’nin üzerinde bir güvenlik baskısı oluşturmayı ya da Türkiye’nin Arap dünyasıyla bağlarının tamamen kesilmesini hedefleyenler de şüphesiz bu yaklaşıma destek veriyor.
İkincisi, Suriye’nin bundan böyle İsrail için bir tehdit olmaktan çıkması. Zaten Suriye bugünkü hâliyle en az 30 sene kendisini toparlayamayacaktır. Kurulacak devletin hem ABD’nin hem de Suriye’nin “dostu” olarak, Suriye üzerinde bir sigorta kutusu fonksiyonu ifa edebileceğini düşünenler de var.
Üçüncüsü, bölgedeki silahlı grupların, petrol üreten rejimler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılması. Dün Irak’ta bugün Suriye’de varlık gösteren bu grupların ileride Orta Doğu’nun başka bölgelerine sevk edilerek “vekil” olarak kullanılabileceği düşünülüyor.
Son olarak, AB ülkeleri Suriye krizi konusunda bugün sadece “göç” konusuna odaklanmış durumdalar. Onların yukarıdaki üç ülkenin uzun vadeli stratejilerine benzer yaklaşımları yok. Kısa vadede kendilerine yönelebilecek insani akınları önlemenin peşindeler…