Tahran Zirvesi ve İdlib’de son durum (09.09.2018) Türkiye Gazetesi

Tahran Zirvesi’ndeki en öncelikli konu Türkiye’nin ateşkes talebiydi. İdlib krizi kapıdayken yapılan Zirve’nin sonuç bildirisinin dördüncü paragrafında yer alan aşağıdaki ifade öncelikle dikkat çekiyor:
“[Türkiye, Rusya ve İran] terörle mücadelede, yukarıda belirtilen terörist grupların [DEAŞ, Nusra Cephesi ile el-Kaide veya DEAŞ’la bağlantılı herkes] ateşkes rejimine katılmış veya katılacak olan silahlı muhalif gruplardan ayrıştırılmasının sivil zayiatın önlenmesi bakımından da dâhil olmak üzere büyük önem arz ettiğinin altını çizmişlerdir.”
Bunun anlamı şu: İdlib ve çevresinde konuşlanmış silahlı tüm gruplar bu üç ülke tarafından terörist olarak tanımlanmıyor. BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak nitelenenler dışında kalan, Suriye muhalefetini oluşturan ve önceki ateşkes düzenine iştirak etmiş olan gruplara terörist muamelesi yapılmayacaktır. Bu gruplar, teröristlerden ayrıştırılacaktır.
Şüphesiz bu paragrafın gereklerinin etkili şekilde yerine getirilebilmesi Rusya ve İran’ın Tahran Zirvesi’ndeki taahhütlerinin arkasında durarak, Suriye rejim güçlerinin BM tarafından terörist olarak tanımlanmayan kesimlere karşı herhangi bir operasyona girişmesini engellemeleriyle mümkün olabilir.
Tahran toplantısının diğer bir önemli sonucu, bildirinin dokuzuncu paragrafında yer alıyor. Başkan Erdoğan’ın zirvede dile getirdiği, “Türkiye, mülteci ağırlama kapasitesini doldurmuştur” cümlesinin yansımasını bu paragrafta görüyoruz. Buna göre üç ülke, “sığınmacıların ve ülke içinde yerlerinden edilmiş kişilerin Suriye’de ikamet ettikleri asıl yerlere güvenli ve gönüllü olarak geri dönüşleri için gerekli şartların oluşturulması ihtiyacını” vurguluyorlar. Yani, Suriye’de ateşkesin ve akabinde normalleşmenin sağlanmasıyla birlikte hem Suriye içinde yer değiştiren hem de başka ülkelere sığınmacı olarak gitmek zorunda kalanların ülkelerine geri dönüşlerini kolaylaştıracak bir sistemin kurgulanması bu üç ülkenin üzerinde mutabık kaldıkları bir husus. Suriye’de yerlerinden edilmiş insanların ve sığınmacıların durumunun ele alınacağı bir uluslararası konferansın kısa sürede toplanması gerekiyor…
Tahran Zirvesi’nde alınan kararlarda, daha önce vurgulandığından çok daha fazla uluslararası iş birliğine atıf yapılmış olduğu dikkati çekiyor. Sonuç bildirisinde yedi defa BM’ye ve ona bağlı ajanslara gönderme yapılıyor. Türkiye, Rusya ve İran kendi ortak çabalarının altını çizmekle birlikte uluslararası toplumun tamamına da güçlü bir çağrıda bulunuyorlar. Daha önceki yıllarda Balkanlar’da yaşanan krizlerden sonra normalleşme süreçleri ancak uluslararası toplumun güçlü dayanışmasıyla işleyebilmişti. Suriye’de de silahların susmasından sonra mayınların temizliği, sosyal ve ekonomik tesisler de dâhil olmak üzere temel altyapı unsurlarının eski hâline getirilmesi ve tarihî  mirasın korunması ancak böyle çok taraflı bir iş birliğiyle mümkün olabilir…
Tahran bildirisinin bir diğer önemli yönü de, üç devletin “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü ile BM Antlaşması’nın amaç ve ilkelerine bağlılıklarına” yaptıkları güçlü vurgu. Bildirgenin ikinci paragrafında yer alan bu ifadeler çok çarpıcı. Zira Türkiye’nin öteden beri savunageldiği, Suriye’nin her ne isim altında olursa olsun bölünmemesi, federal ya da konfederal yapılar oluşturulmaması; daha açık yazmak gerekirse Suriye’de bir terör devleti kurulmaması konusundaki mutabakat göze çarpıyor. BM Antlaşması’nın amaç ve ilkelerine gönderme yapılırken de özellikle “terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler oluşturulmasına dair her türlü girişimi reddettiklerini” belirtmeleri ABD’ye yapılan bir gönderme gibi duruyor. Çünkü bir sonraki cümle bu üç devletin “Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü ile komşu ülkelerin ulusal güvenliğini zayıflatmayı amaçlayan ayrılıkçı gündemlere karşı durma” kararlılıklarını sürdürdükleri şeklinde. Yani Türkiye, İran ve Rusya ABD’nin ve/veya başka devletlerin DEAŞ, Nusra ya da el-Kaide teröristleriyle mücadele ederken kendilerine yardımcı oldukları gerekçesiyle PKK’nın Suriye’deki uzantılarına bir devlet veya devlet benzeri oluşum kurdurtmalarına karşı olduklarını söylemekteler…
Elbette daha Suriye’de barış ve istikrarın temini için katedilmesi gereken uzun bir yol var. Yine de Tahran toplantısı, İdlib’deki insani krizin hafifletilmesi ve Suriye’deki ihtilafların Suriyelilerin öncülüğünde ve sahipliğinde bir siyasi çözüme ulaşılması için yeni adımların atılması yönünde olumlu bir aşama olmuştur. Tarafların bu mutabakatına zarar verecek ve gelişmeleri çok farklı bir yöne sevk edecek girişimlerde bulunmak isteyenler olacaktır. Bunların eylemlerine karşı da üç devlet arasındaki görüş alışverişi ve iş birliği mekanizmasının güçlendirilerek devam ettirilmesi gerekir…