ABD bunu hep yapıyor (24.06.2018) Türkiye Gazetesi

Geçtiğimiz perşembe, Türkiye’nin ana ortaklarından olduğu projeyle üretilen yeni nesil F-35 savaş uçaklarından ilki Türk Hava Kuvvetlerinden bir heyete teslim edildi. Teslim töreninden sadece üç gün önce ABD yasama organında F-35 savaş uçaklarının Türkiye’ye teslim edilmemesi kararı alındı. Kararı savunan Kongre üyeleri gerekçe olarak Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze sistemleri almasını ve FETÖ’den tutuklu Amerikalı papazın salıverilmemesini gösterdiler. Kongre’nin bu kararının herhangi bir anlam taşıyıp taşımadığını F-35’lerin Türkiye’ye nakli söz konusu olduğunda göreceğiz.

ABD’nin F-35’ler konusundaki tutumu, bu ülke tarihinde Türkiye’ye karşı sergilenen tuhaflıklardan ilki değil. Tabii ‘tuhaf’ kelimesi yerine, ‘kötü niyetlilik’, ‘ahde vefasızlık’, ‘sözünü tutmama’ vb. ifadelerin kullanılması da mümkün. Osmanlı döneminden başlayarak ABD’nin, Türkiye ile yapmış olduğu anlaşmalara aykırı davrandığı birçok örneğe rastlamak mümkün. Buna karşılık, Türkiye hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemlerinde, diğer ülkelerle yaptığı anlaşmalara olduğu gibi, ABD ile yaptıklarına da hep sadık kaldı. Dahası, bu ülkenin aleyhine olabilecek hiçbir davranış içinde bulunmadı. Birkaç örnek verelim…

1830’da yapılan ilk Osmanlı-Amerikan Anlaşması’nda, ABD’nin Osmanlı Devleti’ne savaş gemisi satması da öngörülmekteydi. Fakat ABD Senatosu, anlaşmanın kendilerine ticari avantajlar getiren tüm maddelerini onaylarken, savaş gemisi satışı maddesini reddetti. Hayır diyen senatörlerin bir bölümünün gerekçesi, Türklerin Hıristiyan Yunanlılara ‘zulmettiği’ iddiasıydı. Halbuki Yunan isyanı çoktan bitmiş, bağımsız Yunanistan kurulmuştu.

Aradan otuz yıl geçti. ABD’de kuzey ve güney eyaletleri arasında iç savaş başladığında, Başkan Abraham Lincoln tüm devletlere bir mesaj yollayarak tarafsız statü takınmamalarını, Birlik eyaletlerini (Kuzey) desteklemelerini ve Konfederasyon’u (Güney) diplomatik olarak tanımamalarını istedi. İngiltere başta olmak üzere birçok ülke bu talebe olumsuz yaklaşırken, Babıali limanlarını Güney gemilerine kapattı. Tek muhatap olarak Birlik’i alacağını ilan etti. Savaş, Kuzey güçlerinin galibiyetiyle sonuçlandığında Washington yönetimi Dersaadet’in bu cemilesine aynı şekilde karşılık verdi mi acaba? Hayır. ABD’de ‘İç Savaş’ın sona ermesinden sadece bir yıl sonra Osmanlı ülkesinde patlak veren Girit isyanı sırasında Amerikalılar bölücülere lojistik destek sağladılar. Hatta Osmanlı askerlerine karşı savaşmaları için ‘gönüllüler’ gönderdiler.

Henüz Cumhuriyet ilan edilmeden önce Ağustos 1923’te Lozan’da bulunan Türk ve Amerikan heyetleri arasında imzalanan anlaşma da, 1830 anlaşmasıyla benzer bir kaderi paylaştı. Senato, iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurulmasını ön gören bu anlaşmayı (Lozan Barış Antlaşması değil) onaylamadı. Senato tutanaklarına baktığımızda, öne çıkarılan gerekçelerin Lozan Konferansı’nda imzalanan belgelerle ABD şirketlerinin ayrıcalıklarını kaybetmesi ve Türklerin Ermenilere ve Rumlara ‘zulmetmesi’ olduğunu görüyoruz. Halbuki, söz konusu anlaşmanın imzalanmasından beş ay evvel TBMM Hükûmeti ile Amerikan Chester firması arasında, Anadolu’da bir demir yolu inşası için bir imtiyaz sözleşmesi imzalanmıştı. Türkiye’nin Amerikalılara tanıdığı bu ayrıcalık belli ki senatörlerin pek umurlarında değildi.

Türkiye 1950’de ABD’nin çağrısına uyarak ülkesinden binlerce kilometre ötedeki Kore’ye asker gönderdi. 1952’de NATO üyesi olduktan sonra millî güvenlik stratejisini İttifak’ın öncelikleriyle bire bir uyumlu hâle getirdi. Savunma Sanayiinde neredeyse hiç yatırım yapmayarak, tüm ihtiyaçlarını ABD’den karşılamaya başladı. Hatta istemediği hâlde kendisini Sovyetler Birliği’yle karşı karşıya getirebilecek orta menzilli nükleer füzelerin topraklarına yerleştirilmesine izin verdi. İttifak’la ve ABD’yle bu tam uyumlu savunma politikası ABD’den de aynı şekilde karşılık buldu mu? Cevap yine hayır. 1964’te Türklerin kitlesel olarak katledilmelerini engellemek için Kıbrıs adasına asker gönderme hazırlıklarına başlayan Türkiye’ye gelen bir mektup tam anlamıyla soğuk duş etkisi yaptı. Başkan Lyndon Johnson özetle, ‘Bizim verdiğimiz silahları kullanarak Kıbrıs’a bir harekat gerçekleştiremezsiniz. Yaparsanız ve Sovyetler Birliği bundan istifade ederek size saldırırsa NATO sizi korumaya gelmeyecektir’ demekteydi.

1974’teki Barış Harekâtından sonra Türkiye’ye uygulanan silah ambargosu ABD’nin bu türden davranışlarının belki de en çarpıcı örneğidir. Türkiye’ye teslimine çoktan karar verilmiş olan silah ve mühimmatın intikali bile Kongre’nin kararıyla durduruldu…

Örnekleri yakın zamana kadar getirmek ve çoğaltmak mümkün. Türkiye bunlardan çok büyük dersler çıkardı. Millî Savunma Sanayiinde dev adımlar atıldı. Dışa bağımlılık ciddi bir azalma trendine girdi. Tedarik kaynaklarını çeşitlendirmek suretiyle, ABD’nin silah satışını kullanarak siyasi baskı kurma yöntemi olarak kullanmasını etkisizleştirmeye başladı.

F-35’lerin teslimatı konusunu da ABD ileride bir siyasi baskı aracına dönüştürmeye çalışacaktır. Ama unutmayalım ki, bu kez mal ‘babalarının malı’ değil, Türkiye de eski Türkiye değil…