ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdıklarını ve halen Tel Aviv’de bulunan büyükelçiliklerini bu şehre taşıyacaklarını açıklaması dünyada büyük tepki çekti. Başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinin yanı sıra, Avrupa Birliği, Rusya Federasyonu ve Çin de söz konusu kararın Orta Doğu Barış Sürecine büyük darbe vuracağını ifade eden açıklamalar yaptılar.
Trump’ın neden böyle bir karara imza attığını anlamak zor değil. İki temel sebebi var. Birincisi, geçen yılki seçim kampanyası sırasında, başkan seçilmesi durumunda bunu yapacağına söz vermişti. İsrail’e ve ABD’deki Musevi lobisine verdiği sözü tutmuş oldu.
İkincisi, azil sürecinin başlamasına az kaldığı yorumlarının arttığı bir dönemde Trump bu hamleyi yaparak, yine aynı kesimlerin desteğini almak suretiyle başkanlıkta bir süre daha kalmayı garantilemek istiyor.
Akla hemen şu soru geliyor: “Acaba seçim kampanyasında bu sözü vermesi üzerine ABD’deki Musevi lobisi kendisine gerçekten destek verdi mi? Yoksa Trump, önümüzdeki zorlu iç siyasi hesaplaşmalar esnasında kendi yanında durmalarını temin etmek için mi, Musevi lobisine bu hediyeyi sunuyor?” Bu sorunun cevabını bilmiyoruz. Ama hangi gerekçeyle olursa olsun, Trump’ın bu eyleminin gerisindeki en önemli sebebin iç siyasetle ilgili olduğunu vurgulayabiliriz.
Bakın ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması nelere yol açacak:
1- ABD’nin daimî üyelerinden olduğu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1967 ve 1973’te aldığı kararlarla “işgal altındaki topraklar” olarak tanımladığı bir bölge, işgalci ülkenin başkenti olarak tanınmış olacak. Yani, BM’yi kuran, BM’nin en önemli organı olan Güvenlik Konseyi’ne daimi üye olan bir devlet, kendi imzaladığı kararları yırtıp atmış olacak.
2- 1978’de Mısır ile İsrail arasında imza edilen Camp David anlaşmalarında ilk kez zikredilen Orta Doğu Barış Süreci hukuken mevta hâline gelecek. Zira 1991’de Madrid Orta Doğu Barış Konferansı’yla, Mısır dışındaki Arap ülkeleri için de hayata geçirilen bu sürecin her aşamasında yukarıdaki maddede bahsedilen BM Güvenlik Konseyi kararlarına atıf vardı. Orta Doğu Dörtlüsü de (BM, ABD, AB, Rusya), Doğu Kudüs’ün işgal altında olduğunu kabul etmekteydi. ABD’nin kararıyla, Oslo Anlaşmalarının da anlamını büyük oranda kaybetmesi tehlikesi bulunuyor.
3- İsrail işgali altındaki diğer Filistin toprakları üzerindeki Yahudi yerleşimlerine meşruiyet kazandırmanın da yolu açılmış oluyor. Kudüs’ü İsrail’in bir parçası gören zihniyet, yasa dışı Yahudi yerleşimlerini de pekâlâ meşru görme eğilimindedir.
Peki ne yapılmalı? Klasik yollarla Trump’ı kararından döndürmek mümkün değil. Yani, BM Güvenlik Konseyi’nden bir karar çıkarılamaz. Zaten ABD böyle bir karar girişimini veto eder. Adı dışında hiçbir yerinde “birlik” olmayan Arap Birliği’nden cılız açıklamalar dışında bir şey beklemiyoruz. Gelecek hafta İstanbul’da toplanacak olan İslam İşbirliği Teşkilatı olağanüstü zirvesinde çok sert bir kınama ve uyarılar gelecektir. Ama İİT’nin muhtemel açıklamasının Washington tarafından fazlaca dikkate alınacağını da maalesef sanmıyoruz.
Trump’ı kararından döndürmek mümkün olmayabilir ama Trump sonrası ABD yönetiminin bu vahim yanlıştan dönmesini sağlayacak sadece bir tek yol var. O da, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa Birliği’nin ortaklaşa toplanması. Böyle bir toplantı tarihte sadece bir kez, İstanbul’da gerçekleştirilmişti. Bu iki örgütün Kudüs konusundaki ortak duruşu, ABD’nin kararını bir kez daha gözden geçirmesine yol açabilecektir. Rusya, Çin, Hindistan gibi ülkelerin temsilcileri bile bu zirveye davet edilebilir.
İlk bakışta son derece güç bir girişim gibi gözükse de, Türkiye öncülüğünde denemeye değer. Böyle geniş katılımlı ve kararlı bir uluslararası dayanışma olmadan ABD’nin Kudüs kararından vazgeçmesini aklımızdan çıkaralım