Avrupa Birliği’nin (AB) 2016 yılı Türkiye İlerleme Raporu 9 Kasım’da açıklandı. Raporun geneline baktığımızda ekonomik kriterler ve AB müktesebatına uyum kriteri bakımından dengeli ifadelere yer verilmekle birlikte siyasi kriterler açısından Türkiye’nin hiç hak etmediği, tek taraflı ve sığ bir bakış açısının varlığı göze çarpmakta.
Brüksel’in, 15 Temmuz darbe girişimini önlerken Türkiye’nin devleti ve milletiyle göstermiş olduğu olağanüstü çabayı hiç anlamadığı bir kere daha ortaya çıkıyor. PKK’nın ve DAEŞ’in terör örgütleri olarak tanımlandığı raporda AB tarafının FETÖ’ye terörist diyememesi ve bu terör örgütünü rapor boyunca tam 25 kez bir “hareket” olarak tanımlaması bile başlı başına bir garabet olarak nitelendirilebilir. AB olarak, “darbe girişimini derhal en şiddetli biçimde kınadıklarını” ifade etmiş olsalar da, 15 Temmuz’u takip eden günleri gözümüzün önüne getirdiğimizde AB’nin ve AB üyesi ülkelerin yönetimlerinin söylem ve tutumlarının Ankara’nın beklentilerinin çok gerisinde kalmış olduğunu net olarak hatırlıyoruz. Türkiye’de her seviyede büyük bir hayal kırıklığına ve kızgınlığa yol açan o günlerdeki AB aymazlığının, ilerleme raporuna zoraki serpiştirilen birkaç “darbeyi kınadık; demokrasinin hep yanındaydık” cümlesiyle unutturulması elbette mümkün değil.
Dahası, sanki Türkiye dünyada en az 10 terör örgütüyle birden aynı anda etkin mücadele eden yegane devlet değilmiş, sanki altı yıldır Suriye’de yaşananlardan en fazla etkilenen bölge ülkesi olmamış gibi, AB’nin ancak deve kuşlarına has bir tavırla üst perdeden ders vermeye kalkışması densizlik değil de nedir? Söz vermiş oldukları hâlde Türk vatandaşlarına uygulanan haksız vize rejimini sona erdirmeyen ve el sıkıştıktan sonra yüzleri hiç kızarmadan kural değiştirmeye kalkanlar AB ülkeleri değil mi? Milyonlarca Suriyeli kardeşine hiç kimseye minnet etmeden kollarını açan alicenap Türk milletine, birkaç yüz mülteciyi bile sınırlarından içeri sokmamak için elli takla atanlar ne cüretle göç ve iltica konusunda ders vermeye teşebbüs edebiliyorlar?
Konuyla ilgili akademik çalışmalarım sebebiyle 1999’dan bu yana bütün AB ilerleme raporlarını incelemiş, bazılarını objektif bulmuş, büyük çoğunluğunda ise abartılı ve taraflı ifadelerle karşılaşmaktan üzüntü duymuştum. Ama ne kadar abartılı ve taraflı olurlarsa olsunlar daha önceki raporların hiçbiri 2016 ilerleme raporu kadar gerçeklikten uzak değildi. Öyle ki, siyasi kriterler başlığı altında okuduğum her sayfadan sonra gayriihtiyari “Bu raporu kaleme alanlar acaba uzayda mı yaşıyorlar?” diye kendime sormadan duramadım. 2016 İlerleme Raporu sadece AB’nin Türkiye’ye tamamen yabancılaştığının değil kendi değerlerini ve varlık nedenini de imha etmeye başladığının pek anlamlı bir vesikası olarak tarihte yerini alacak.
İngilizce’de bir tabir var: “Enough is Enough.” Türkçeye “Yetti artık” ya da “Yeter artık” diye tercüme edebiliriz. Türkiye’yi 1959’dan bu yana kapısında bekletip, ardından da büyük bir aymazlık içinde tüm savabları kendi hanesine, tüm hataları da Türkiye’nin hanesine yazmaktan çekinmeyen AB’ye “yetti artık” demek de yetmez! Temcit pilavı gibi önümüze koyup durdukları şartlardan da, oyun devam ederken kural değiştirmelerinden de, bizi “önce uyutup, sonra unutmalarından” da bana artık gına geldi.
Türkiye ile AB arasında ciddi ekonomik ve ticari ilişkilerinin varlığını daha da geliştirecek formüller üzerinde durabiliriz. Ortaklaşa algılanan tehditlere karşı, imkânlar el verdiği ölçüde birlikte mücadele etmek için icabında yeni mekanizmalar geliştirebiliriz. Ama Brüksel’e ve AB ülkelerine bu kafa hâkim olduğu müddetçe ne üyelik müzakerelerinde bir ilerleme olabilir ne de Türkiye bir gün AB’ye tam ve diğerleriyle eşit bir üye olarak girebilir.
Hasılı kelam, sadece AB’nin faydasına olan, Türkiye’ye bir yarar sağlamayacak hiçbir şeyi bundan böyle kabul etmemeliyiz. Her iki taraf da kazanıyorsa eyvallah. Ama “efendim, şöyle şöyle yapmazsanız sizi üye yapmayız. Müzakerelerinizi askıya alırız” şantajlarına bu milletin karnı doymuştur.