Diplomasi, ‘yabancı bir ülkede ve uluslararası toplantılarda ülkesini temsil etme işi ve sanatı’ olarak tarif edilir. Diplomasi hakkında kaleme alınmış referans kitaplarında diplomasinin okulda öğrenilemeyeceği, mesleğin inceliklerinin diplomatik hayatın içinde, usta-çırak ilişkisiyle kesbedilebileceği vurgulanarak, sanat yönü öne çıkarılır.
Büyükelçilik dışişleri meslek memurlarının alabileceği en üst unvandır. İster dışişleri bürokrasisinden olsun, ister dışarıdan tayin edilsin bir devletin büyükelçisi yabancı bir ülkede doğrudan o ülkenin devlet başkanının temsilcisidir. Öyle olduğu için de, büyükelçiler gittikleri ülkelerin devlet başkanlarına itimat mektuplarını sunarak göreve başlarlar. Göreve başlamadan evvel de, gidecekleri ülkenin ‘agreman’ (uygun görme yazısı) vermesi gerekir. Tüm gerekleri yerine getirerek görevine resmen başlayan akil, ehil, mümeyyiz, basiretli bir büyükelçi, bundan sonra her adımında, her beyanında, her imzasında ülkesinin devlet başkanı adına hareket ettiğini hiçbir zaman aklından çıkarmamalıdır.
Yabancı bir ülkede makam aracına kendi ülkesinin bayrağını takabilme ayrıcalığına sahip tek kişi olan bir büyükelçi, akil olmalıdır. Sorun değil çözüm üretebilmesi büyükelçide aranan bir niteliktir. Düşünebilmeli, anlayabilmeli, kavrayabilmelidir.
Büyükelçi işinin ehli olmalıdır. Bulunduğu ülkenin tarihini, siyasetini, ekonomisini, sosyal yapısını en iyi o bilmelidir. Başkentinden kendisine sorulduğunda, doğru bilgiyi, sübjektif kanaat ve abartıdan arındırılmış bir biçimde sunabilmelidir.
Kendi devlet başkanı adına konuşan bir büyükelçi mümeyyiz olmalıdır. Yani doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü ayırt edebilmelidir. Devlet başkanını temsil eden büyükelçinin hata yapma lüksü yoktur. Sözleri ve davranışlarıyla, kendi devlet başkanını temsilen bulunduğu ülkede tepki çeken büyükelçilerin kariyerleri genellikle sona erer.
Hepsinden önemlisi, bir büyükelçi basiret sahibi olmalıdır. Gerçekleri görebilmelidir. İleri görüşlü, vizyon sahibi bir büyükelçi ülkesini en iyi şekilde temsil etmekle kalmaz, devletler arası ilişkilerin gelişiminde kimi zaman kendi hükümetinden daha büyük bir rol oynayabilir.
“Büyük devletlerin büyükelçileri de büyük olur” diye bir kaide yoktur. Aksine, Roma’dan bu yana görülmüştür ki, zayıf veya küçük devletler güçlü ve büyük olanlardan daha çok diplomasiye ihtiyaç duyduklarından, diplomasi sanatının inceliklerine vâkıf, akil, ehil, mümeyyiz ve basiretli diplomatlar ekseriyetle bu devletlerden çıkar.
Birkaç istisnayı bir kenara bırakırsak, 1831’de İstanbul’da ilk ABD elçiliğinin açıldığı günden bu yana ülkemizde görev yapmış ABD elçilerinin, ortaelçilerinin ve büyükelçilerinin göreve başlamadan önce ve buradan ayrıldıktan sonra çok parlak kariyer çizgisine sahip diplomatlar olmadıklarını üzülerek görürüz. Washington’da görev yapmış Türk büyükelçilerinin tersine, İstanbul’a ve Ankara’ya tayin edilmiş ABD büyükelçilerinin çok azı Foggy Bottom’da uzun süre icracı görevlerde bulunabilmiştir. Rüyalarında görseler inanmayacakları alakayı Türkiye’de gördükten sonra ABD’ye döndüklerinde sıradan birer diplomata dönüşen ABD’nin sabık Ankara büyükelçilerini, Washington’da görev yapan birkaç Türk gazeteciden ve arada bir konferanslara davet eden üniversitelerden başka kimse hatırlamaz. Bazıları düşünce kuruluşlarına parça başı iş yapar, emekli maaşlarına vergisiz birkaç dolar daha eklerler. Aralarında silah ve enerji şirketleri için iş takibi yapanlar olmakla birlikte, bu şirketler dahi çoğunlukla onları değil, emekli Türk diplomatlarını tercih ederler. Çok azı hatırat yazmıştır. ABD’nin önemli haber kanallarında ve gazetelerinde hiçbirini göremezsiniz. Silik birer emeklilik hayatı yaşarlar.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’ın nitelik bakımından seleflerinden bir farkı bulunmamaktadır. ABD Dışişleri Bakanlığı büyükelçisinin hareketlerine sahip çıkarak, Bass’ın hatasına ortak olmayı tercih etmiştir. Obama yönetimi “Türkiye’yi yabancılaştırmak için elinden geleni yapmaya devam ediyor” görüntüsü vermektedir.