Yeni dönemde Türkiye-ABD ilişkileri – Türkiye Gazetesi (17.11.2024)

Donald Trump’ın kabinesinde yer alacak isimleri açıklamaya başlamasıyla birlikte, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de söz konusu isimlerin ABD’nin politikalarını nasıl etkileyeceği tartışılmaya başlandı. Dış politikanın oluşturulup yürütülmesinde Başkan’a en önemli katkıları yapacak olan Dışişleri ve Savunma Bakanları ile Ulusal Güvenlik Danışmanı, CIA Direktörü, BM Daimî Temsilcisi ve İstihbarat Topluluğu Başkanı gibi kişilerin öz geçmişleri ve daha önceki dönemlerde yaptıkları çeşitli açıklamalar dikkate alınarak bunların Türkiye’ye ne ölçüde “dost” oldukları hakkında yorumlar yapıldı. İsimler üzerinden Türkiye’de yapılan değerlendirmelerin ortak noktası, Trump’ın dış politikayla ilgili alanlarda görevlendirdiği isimlerin hiçbirinin Türkiye’ye yakın olmadığı hatta bazı isimlerin geçmişte Türkiye’ye açıktan cephe aldıkları şeklindeydi.

Gerçekten de ABD’de 20 Ocak’ta görevi devralacak yeni kadroda Türkiye’ye en yakın isim bizzat Başkan Trump gibi gözüküyor. Onun da bir önceki başkanlığı döneminde Türk ekonomisini, savunma sanayiini ve terörle mücadeleyi zora sokan bazı davranışlarda bulunduğunu unutmayalım.

Peki, isimler üzerinden gidilerek ikili ilişkilerin geleceğine dair yapılan tahminler isabetli olur mu? Bu soruya tatminkâr bir cevap verebilmek için ABD’de dış politika karar alma mekanizmasını hatırlamamız gerekiyor.

ABD’de yürütmenin başı olan Başkan, dış politikada nihai karar alıcı gibi gözükse de anayasayla tanımlanmış görev ve yetkileri çerçevesinde Kongre’nin her iki kanadı da Başkan’ın dış politikadaki adımlarını “denetler ve dengeler.” Kongre onayı olmadan Başkan uluslararası bir antlaşmayı yürürlüğe sokamaz, savaş ilan edemez, savunma bütçesini istediği gibi belirleyemez, hatta bir ülkeye büyükelçi dahi tayin edemez. Senato ve Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluk Başkan ile aynı partiden ise işler daha kolay yürür gibi gözükse de ABD’de Kongresi’nin kendine has dinamikleri sebebiyle kimi zaman böyle bir durumda bile Başkan rahat hareket edemeyebilir. Kongre üyelerinin, kendilerini oturdukları koltuklara “taşıyan” seçmenlere ve daha da önemlisi kendilerinin seçim süreçlerini finanse eden baskı ve çıkar gruplarıyla lobilere olan minnet borcu, Başkan’a olan sadakatlerinin ekseriyetle önüne geçer.

Benzer durum bakanlar ve üst seviye bürokratlar için de geçerlidir. Başkan tarafından bu mevkilere oturtulanların her biri Başkan’ın politikalarının yürütülmesinde sergileyecekleri performans kadar, hangi baskı ve çıkar grubuyla ilişkide oldukları açısından da ele alınmalıdır. Neocon ideolojiye mensup, geçmişte silah ya da enerji firmalarıyla yakın çalışmış, etnik-dini lobilerle yol yürümüş bazı isimlerin Türkiye’nin hassas olduğu birçok konuda kolaylaştırıcı rol oynayacaklarını söylemek zor.

Barack Obama’nın ikinci başkanlık döneminden başlayarak irtifa kaybeden Türk-Amerikan ilişkilerinde anlaşmazlık alanları günümüzde iş birliği alanlarından çok daha fazla hâle gelmiştir. Ana başlıklar hâlinde sıralarsak aşağıdaki gibi bir manzara görürüz:

A-Ciddi anlaşmazlık konuları: 1-PKK-YPG-PYD’ye ABD’nin verdiği destek. CENTCOM operasyonları. 2-FETÖ’yle mücadele. 3-Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarılması. 4-CAATSA yaptırımları. 5-İsrail’in hukuk dışı eylemleri. 6-Kıbrıs meselesi. 7-Doğu Akdeniz’deki yetki alanları. 8-S-400 hava savunma sistemi. 9-Türk bankaları hakkındaki davalar ve tutumlar.

B-Farklı bakış açıları: 1-Rusya’yla ilişkiler. 2-Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri. 3-Zengezur Koridoru. 4-Suriye’nin geleceği. 5-Irak’ın geleceği. 6-İran’la ilişkiler. 7-BRICS. 8-Çin ile ilişkiler. 9-NATO’nun genişlemesi. 10- Libya’nın geleceği. 11-BM’nin reforme edilmesi.

C-Mevcut ve potansiyel iş birliği alanları: 1-Ticaretin artırılması. 2-Uyuşturucuyla mücadele. 3-DEAŞ’la mücadele. 4-Enerji. 5-Tabii afetler ve insani yardımlar. 6-Eğitim. 7-Telif hakları. 8-NATO’nun “alan dışı” faaliyetleri. 9-Kültür ve Turizm.

Başlıklara eklemeler yapmak mümkün olmakla birlikte tablonun genel görünümünün olumsuzdan olumluya dönüşmesi için çok gayret sarf edilmesi gerektiği ortada. Trump döneminde tüm alanlarda ilerleme ya da gerileme olacağını söylemek mümkün değil. Şüphesiz, iki ülkenin de asla taviz vermeyeceği ve birbirine zıt bazı tutumları varlığını sürdürecektir. Ama birçok anlaşmazlık alanında da görüşmeler ve diyalog yoluyla çözüme ulaşmak mümkündür.

Biden döneminde ilerleme kaydedilememesinin en önemli sebebi diyalog eksikliğiydi. Şayet 2025’in ilk altı ayı içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başkan Trump başkanlığında ABD’de veya Türkiye’de bir yüksek seviyeli stratejik iş birliği toplantısı düzenlenebilirse ilişkilerin yeniden rayına girmesi için çok güçlü bir başlangıç yapılmış olur. Ankara’nın, koltuğu devralmasını beklemeden, Trump’ın 2025 takvimine böyle bir “Zirve”yi ekletmesi önemli bir adım olacaktır.