Büyük hesaplaşma yaklaşıyor. Tarih bilenler için sürpriz değil. Küresel hâkimiyet mücadelesinde süratle son dönemece giriyoruz. Beş asırdır -aşağı yukarı yüzer yıllık aralarla- Batı ülkeleri arasında el değiştiren dünya liderliği tahtına bu kez “Doğu’dan” çok ciddi bir meydan okuma var. Birinci Dünya Savaşı öncesindekine benzer bloklaşmalar ve bölgesel sürtüşmeler hız kazandı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Milletler Cemiyeti nasıl etkisiz ve beceriksiz bir teşkilata dönüştüyse, bugün de Birleşmiş Milletler sistemi, gerilimleri, çatışmaları, işgalleri ve insanlığa karşı işlenen suçları engelleyemeyen mefluç bir organizmaya dönüştü.
Biden-Xi görüşmesi kimilerince, “ABD ve Çin anlaştı” şeklinde yorumlansa da aslında ABD ve Çin arasındaki hiçbir esaslı meseleye çözüm teklifi masaya koyulmadı. ABD ve NATO stratejilerinde hâlen Çin en önemli rakip, tehdit ve hatta düşman olarak addediliyor. Avro-Atlantik dünyanın en büyük güvenlik endişesinin Çin ile Rusya arasındaki iş birliğine dayalı bir blokun kurulması olduğu görülüyor.
Karadeniz ve Kafkasya’dan, Afro-Asya’ya uzanan Türkiye’nin etrafındaki çok geniş bir alan küresel güç mücadelesinin öncü sarsıntılarına sahne oluyor. Geleneksel olarak bu bölgelere uzaktan bakan, çoğu zaman da olup bitenlere gözlerini kapayan Çin’i artık bu bölgelerde daha çok hissediyoruz. Finansal güç mücadelesinin, siyasi ve ardından da askerî sonuçlar doğurmasına engel olabilecek yegâne araç bir tarafın diğerini, üstün caydırıcılık gücüyle çatışmaya girmekten vazgeçirmesi. Günümüzde bu tür bir caydırıcılıktan söz etmek mümkün değil.
Yaklaşan büyük hesaplaşma, daha öncekilerden farklı iki boyutta daha cereyan edecek. Kara, deniz ve hava unsurları arasında yaşanan dünün çatışmalarından farklı olarak geleceğin mücadelesinde uzay ve siber alan da kullanılacak.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleştirilen TİM Türkiye İnovasyon Haftası’nda ele alınan en önemli konu başlıklarından biri de siber alanlarımızın güvenliğinin temin edilmesiydi. Katıldığım bir panelde kullanılan iki kavram geleceğin güç mücadelelerinin nasıl olacağı hakkında fikir yürütebilmek adına ufuk açıcıydı: Siber vatan ve dijital kaleler.
Kritik altyapılardan, finans sektörüne, iletişimden, savunma sanayiine kadar bir ülkenin en önemli varlıklarının korunması artık siber alanın savunulmasına bağlı. Hava savunma sistemleriyle bombardıman uçaklarını ve füzeleri, donanma ve kara gücüyle bu alanlardan gelecek saldırıları engellemek mümkün. Peki siber alandan gelenleri ve ileride gelebilecekleri nasıl durdurabiliriz? Bir nükleer santralin işletim sistemine yapılacak siber saldırı düşmanın hava saldırısından çok daha büyük zararlar verebilir. Savaş uçaklarının ve savaş gemilerinin bilişim sistemlerini hedef alan siber saldırılar, milyarlarca dolar harcanarak oluşturulan orduları etkisizleştirebilir.
NATO’nun son 10 yıldır yayınladığı çeşitli strateji belgelerinde, giderek artan bir tonla siber güvenliğe vurgu yapmasının ardında gerçek bir endişe kaynağı yatıyor. Eskiden jeopolitikle uğraşanların dillerinden düşürmediği, “denizlere hâkim olan dünyaya hâkim olur” ya da “hava kuvvetleri son sözü söyler” gibi cümlelerin yerini artık, “siber alana hâkim olan, düşmana mermi attırmadan savaşı kazanabilir” şeklinde cümleler almaya başladı. Bir bilim-kurgu filmi değil bu, ürkütücü geleceğin tam da kendisi.
Bu noktada “Siber Vatan” kavramı kendiliğinden anlam kazanıyor. Üzerinde yaşadığımız toprakları hedef alan saldırılara ve sızma girişimlerine karşı muhkem hâle getirilmesi gereken, Türkiye inovasyon Haftasında öne çıkan tabirle, “dijital kalelerle savunulması gereken” bir alan Siber Vatan. Söz konusu dijital kalelerin de millî teknolojiyle üretilmesi, konvansiyonel harp unsurlarının yerli ve millî olması kadar önemli. Elbette Siber Vatan’ı savunmakta kullanılacaklar gibi, saldırganı caydırıcı siber teknolojileri de üretebilmek ve durum icap ettirdiğinde kullanabilmek gerekiyor.
Türkiye, vatan savunmasının siber alanın savunulmasından geçtiğini fark eden ve bu alana Millî Teknoloji Hamlesi kapsamında yatırım yapan ülkeler arasında yer alıyor. İnsana yatırım yapıyor; üniversitelerimiz ve teknoloji merkezlerimiz gençlerimizi bilişim teknolojileri konusunda yetiştiriyor. Süreçlere yatırım yapıyor; Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından, Savunma Sanayii Başkanlığı’na, ASELSAN’dan, STM’ye ve Türk özel sektörüne uzanan çok geniş bir döngü içinde yoğun iş birliği mekanizmaları kuruyor. “Siber Vatan”ı savunacak “Dijital Kaleler” inşa ediyor.
Sanayi İnkılabını ıskalamanın maliyeti çok ağır olmuştu. Dersler alındı. Bilişim çağında, öncü ülkelerden biri olmak için Türkiye var gücüyle çalışmaya devam edecek…