Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıl dönümünü büyük bir heyecan ve coşku ile kutluyoruz. Millî Mücadele’yi kazanarak, vatanımızı işgalden kurtaran ve yeni Türk devletini kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını, tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi şükranla anıyoruz.
Geride bıraktığımız yüz yılın dış politikasıyla ilgili ciltler dolusu kitap, binlerce makale var. Kısa bir köşe yazısında Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politika tarihini ana hatlarıyla dahi özetlemek mümkün değil. Fakat dış politikamıza yön veren temel faktörleri özleri itibariyle değerlendirebiliriz.
Geride bıraktığımız 100 yıl boyunca dış politikamızın oluşturulmasına ve yürütülmesine yön veren süreklilik ve değişim unsurlarından söz etmek mümkün.
Süreklilik unsurlarının başında coğrafya geliyor. 11. Yüzyıldan beri, yani 1000 yıldır bu topraklarda yaşıyoruz. Anadolu’yu çevreleyen Balkanlar, Karadeniz, Kafkasya, Orta Doğu ve Akdeniz havzalarında meydana gelen gelişmeler dış politikamızın şekillenmesine etki ediyor. Türkiye’nin yer aldığı bölge birçok yazar tarafından Beş Deniz Havzası olarak da adlandırılıyor. Karadeniz, Hazar, Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Akdeniz tarih boyunca küresel güç mücadelelerine sahne oldu. Bugün de farklı değil. Bulunduğumuz bölge, İslam ve Hıristiyan medeniyetlerinin, Doğu ve Batı’nın, gelişmiş Kuzey ile gelişmekte olan Güney’in kesiştiği, en önemli ticaret ve enerji hatlarıyla en yoğun insani göç güzergahlarının yer aldığı bir alan. Böyle bir konumda yer alan Türkiye çok yönlü, çok katmanlı ve dairevi vizyona sahip bir dış politika izlemek durumunda.
İkinci süreklilik unsuru nüfusumuz. Türkiye Cumhuriyeti bir imparatorluk bakiyesi üzerine inşa edildi. Gerek Osmanlı’nın son dönemlerinde gerekse Cumhuriyet kurulduktan sonra milyonlarca insan Türkiye’ye aktı. Yüzlerce yıl yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalarak Anadolu’ya göçenler eski topraklarına dair hassasiyetlerini de buraya taşıdılar. Türk Dış Politikasının Balkanlar’a, Kırım’a, Kafkasya’ya, Orta Doğu’ya yaklaşımını dönem dönem bu hassasiyetler şekillendirdi. Diğer yandan Türkiye nüfusunun Müslüman ve Türk kimliği, İslam âlemi ve Türk dünyasıyla yakın ilişkiler kurmasını temin etti.
Üçüncü süreklilik unsuru kalkınma ve gelişme. Köklerine inildiğinde Tanzimat’ın çok öncesinde izlerine rastlayabileceğimiz gelişmiş ve güçlü devletler arasında yer alabilme gayretleri Cumhuriyet kurulduktan sonra dış politikamızın da en önemli süreklilik unsurlarından biri haline geldi. Türkiye zirai üretime dayalı ekonomisi bulunan bir ülkeyken, sanayi üretiminin ve ihracatının öne çıktığı, hizmet sektörünün ekonomiye çok ciddi katkılar verdiği bir ülkeye dönüşürken dış politika da bu dönüşüme ivme kazandıran önemli araçlardan biri oldu. Modernleşmeyi, Batılılaşma ile eşdeğer tutan seçkinci aydınların dış politika oluşturulma sürecindeki tesirlerinin yoğun hissedildiği dönemlerde, Batı dışındaki kurumsal oluşumlara mesafeli bir duruş sergilense de Kıbrıs meselesi başta olmak üzere bazı milli konularda Batı’nın sergilediği tutum, Türkiye’yi çok yönlü arayışlara da itti.
Dördüncü süreklilik unsuru güvenlik endişeleri. Hem bulunduğumuz coğrafyanın kendi iç dinamikleri hem de küresel güç mücadelelerinin bölgemize olan yansımaları güvenlik konularını her zaman öncelikli bir konuma yerleştirdi. Bilhassa İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin ABD ile geliştirdiği askeri ilişkiler ve NATO İttifakı içinde üstendiği sorumluluklar, “stratejik alışkanlıklar” nitelemesini hak eden bazı reflekslerin de oluşmasına yol açtı. Stratejik alışkanlıklar, özellikle savunma sanayiinde dışa bağımlılığı, çok uzun yıllar körükledi. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise Türkiye’nin güvenlik kaygılarıyla Batılı müttefiklerinin bir kısmının güvenlik öncelikleri arasında ciddi ayrışmalar su yüzüne çıktı. Türkiye güvenlik algısını milli menfaatler temelinde yeniden tanımlayıp “stratejik alışkanlıklarından” yavaş yavaş kurtulurken, söz konusu ayrışma daha da belirginleşiyor.
Cumhuriyetimiz 100 yıl önce, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni bir dünya düzeni inşa edilmeye çalışılırken kuruldu. 100 yıl sonra küresel güçler arasına yeniden büyük hesaplaşmanın öncü sarsıntılarını yaşadığımız bir dönemdeyiz. Küresel güç rekabeti çatışmaya dönüşürse, sonrasında yeniden bir düzen arayışına gidileceğini tarih bize öğretiyor. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılındaki dış politikamıza, bir yandan yukarıda özetlenen süreklilik unsurları, diğer yandan da küresel çatışma ortamı ve düzen arayışları etki edecek. Türkiye, adil ve hakkaniyete dayalı yeni bir dünya düzeninin kurulması için var gücüyle çalışmayı sürdürecek.
Cumhuriyetimizin 100. yaşı kutlu olsun.