Yaklaşık 30 yıl boyunca devam eden çabalar sonucunda Türk İşbirliği Teşkilatının (Türk Konseyi) hayata geçirilmesi çok büyük bir anlam taşıyor. Bu yapının tüm Türk devletleri için vazgeçilmez bir bütünleştirici kuruma dönüşmesi ve ileriki yıllarda güçlendirilmiş siyasi iş birliğinin temel zemini hâline gelmesi için günümüzde atılan adımlar önemli.
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunun zamanla bugünkü Avrupa Birliği’ne dönüşmesi sürecini göz önünde bulundurursak, uluslararası entegrasyon modellerinden yeni işlevselcilik (neo-fonksiyonalizm) yaklaşımının pekâlâ Türk dünyasının daha güçlü bütünleşmesi için de yol gösterici olabileceği değerlendirilebilir. Söz konusu yaklaşıma göre, iki ya da daha çok devlet arasında ekonomik ve sosyal alanlarda başlatılan iş birliği ilerleyen dönemde tedricen siyasi iş birliğine dönüşür. Model basitçe şu şekilde işler:
Her şeyden önce belli noktalarda ortak değerler paylaşan, coğrafi olarak birbirlerine yakın devletler, kendileri için önem taşıyan bazı alanlarda ortak çalışmalar yapmak üzere anlaşırlar. Şayet söz konusu alanlardaki iş birliği tüm tarafların çıkarına olacak şekilde çalışırsa, iş birliği yapılan alanların çevresindeki alanlara da yavaş yavaş sirayet eder. Teoride buna “yayılma etkisi” denilir. Ekonomik ve sosyal alanlardaki iş birliği geliştikçe, bu kez devletler siyasi ve hatta güvenlik alanında da güçlü iş birliği ve bütünleşmenin yollarını arar. Elbette doğrudan egemenlik alanına giren konularda bütünleşme, diğer konulara nazaran son derece güçtür. Avrupa Birliği’nin, Avrupa Ekonomik Topluluğunun kuruluşunun üzerinden 66 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlen gerçek anlamda bir siyasi birliğe dönüşememiş oluşunun temel sebebi üye devletlerin egemenlik konusundaki hassasiyetleridir. Yine de Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ile Adalet ve İçişlerinde iş birliği mekanizmalarının bundan 30 yıl önce hayal edilmesi bile güç olan birçok konuda AB ülkelerinin birlikte hareketlerini temin ettiğini unutmamak gerekir.
Türk Konseyi’nin, üyeler arasında güçlü siyasi iş birliğinin etkili bir aracı olabilmesi için bugün atılması gerektiğini düşündüğüm dört temel adımı aşağıda sıralayacağım.
Birincisi, Türk Serbest Ticaret Alanı’nın kurulmasıdır. Geçtiğimiz hafta İstanbul’da düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı ticaret ve ekonomiden sorumlu bakanlar toplantısında, TURANSEZ adıyla özel bir ekonomik bölgenin kurulmasına dair görüş alışverişinde bulunulması değerlidir. Üyeler arasında ticaretin ve karşılıklı yatırımın artırılmasına dönük her türlü girişim desteği hak ediyor. Bununla birlikte, hedef gümrük vergilerinden ve diğer tarife dışı engellerden arındırılmış bir ortak serbest ticaret alanının oluşturulması olmalıdır. Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği’nin mevcut durumu, Türk dünyasındaki ülkelerle böyle bir yapı oluşturmasına manidir. Dolayısıyla Türkiye’nin Türk dünyasıyla ekonomik bütünleşmesi için AB ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesi gerekmektedir.
İkincisi, Türk Konseyi’nin bünyesinde daimî Türk Müşterek İnsani Müdahale Gücü’nün kurulmasıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulunda vurguladığı hususlardan biri afetler karşısında uluslararası iş birliğinin güçlendirilmesiydi. Sık sık başta deprem ve sel olmak üzere afetlere maruz kalan Türk devletleri arasında ve Türk Konseyi çatısı altında böyle bir kurumun oluşturulması, küresel seviyede kurulmasından daha kolaydır. AFAD ve TİKA uluslararası alanda afetlere müdahale ve insani yardım konularındaki tecrübeleriyle Türk dünyasındaki benzer kurumların katkısıyla Müşterek İnsani Müdahale Gücü oluşturulmasına öncülük edebilir.
Üçüncüsü, Türk Müşterek Pasaportu’dur. Türk Konseyi üyelerinin vatandaşları, kimlik belgeleriyle birbirlerinin ülkelerinde herhangi bir başka belgeye ihtiyaç duymadan seyahat edebilmelidir. Türkiye’nin Azerbaycan ve KKTC ile arasında var olan kimlikle seyahat rejimi, tüm Türk Konseyi üyelerine yayılabilir.
Dördüncüsü, Türk Üniversitesinin kurulmasıdır. Bugün Türkiye ile Kazakistan ve Kırgızistan arasındaki anlaşmalarla kurulmuş iki üniversite mevcuttur. Bunlardan edinilen tecrübeler, tüm Türk Konseyi üyelerinin katılımıyla kurulacak bir Türk Dünyası Üniversitesi için yol gösterici olacaktır. Türk dünyasının önde gelen ilim insanlarının eğitim ve araştırma için bir araya gelecekleri bu irfan yuvasında sadece Türk Konseyi üyesi ülkelerinden değil, Balkanlardan Kuzey Afrika’ya, Orta Doğu’dan Uzak Asya’ya kadar çok geniş bir coğrafyadan gelecek olan başarılı öğrenciler Türkçe eğitim alabilirler. Diplomanın tüm Türk dünyası ülkelerinde tanınırlığının temin edilmesiyle, bu üniversite mezunlarının gelecekte Türk Konseyi ülkelerinde rahatlıkla çalışabilmelerinin de önü açılacaktır. Bu üniversitenin Semerkand veya Buhara’da kurulması uygun olacaktır.
Türk devletleri arasında üst seviyede bütünleşmenin yolunu açacak her türlü girişim Türkiye Yüzyılı mefkuresinin gerçekleştirilmesine de ivme kazandıracaktır. Türkiye bu yöndeki çabalarını hızlandırmalıdır. Türkleri birbirine sıkı sıkıya eklemleme yönündeki girişimlerin başarıya ulaşması, yeni büyük satranç tahtasına dönüşmekte olan Avrasya coğrafyasındaki ülkelerin Rusya, Çin, Hindistan ve ABD arasındaki rekabet ve gerilimler dolayısıyla sağa sola savrulmasını da engelleyecektir.