İletişim psikolojisinde bunun adı subliminal mesaj. Açıkça ve doğrudan muhataba söylendiğinde belki de ağır bir tepkiyle karşılaşılacak bir konunun, genel konular içine serpiştirilerek, farklı şekillere büründürülerek aktarılması. Israrlı şekilde mesajların verilmesi sonunda, aslında karşı olduğu bir konuyu muhatabın tabii karşılamaya başlaması. Yunanistan’ın Ege’de kara sularını 12 mile çıkarması durumunda, bunun Türkiye tarafından “savaş sebebi” (casus belli) sayılacağı meselesi tam da böyle bir konudur.
Yunanistan uzun yıllardır öylesine ısrarcı ve bilinçli bir iletişim stratejisi izliyor ki, bırakın basınımızda haber yapanları, uluslararası hukuk uzmanı ünvanı taşıyan akademisyenlerimiz bile, “12 milin Türkiye için savaş sebebi” olduğunu tekrar edip duruyorlar.
Bu yanlıştır.
Söz konusu kararın alındığı Türkiye Büyük Millet Meclisinin kürsüsünden, Türkiye’nin Mavi Vatan’daki hak ve menfaatlerinin takipçisi Dışişleri ve Millî Savunma Bakanlıklarına, öğrencilerine deniz yetki alanlarını anlatan üniversite profesöründen, televizyon yorumcusuna herkes aynı doğruyu Yunanistan’a hatırlatmalıdır: “12 mil değil, 6 milin 1 santimetre ötesi.”
Atina öyle uyanık ki, hava sahasını uluslararası hukuka aykırı ve Türkiye’nin tanımadığı şekilde kara sularının (o tarihte 3 mildi) ötesine taşıdıktan sonra, şimdi de kara sularını yavaş yavaş sözde hava sahası sınırına taşımaya çalışıyor. 1931’de bir kraliyet kararnamesiyle bu düzenlemeyi yapmalarından sonra Türkiye’nin uzun bir süre sessiz kalmış olmasını “duruma rıza gösterme” olarak yorumluyorlar. Uluslararası hukuktaki “forum prorogatum” ilkesinden yola çıkarak, “henüz kara sularımız 3 mil iken siz 10 millik hava sahasına itiraz etmediniz ve durumu kabullendiniz” diyorlar. Türkiye’nin FIR problemi ortaya çıkana kadar bu konuda neden sessiz kalmış olduğu ayrı bir konu. Kıyılarımıza çok yakın bazı coğrafi formasyonların İtalya’ya terk edilmesiyle ilgili protokolü müzakere ve parafe etme aymazlığında bulunan bazı kafalar maalesef o tarihte Dışişlerinde ve Deniz Kuvvetlerimizde varmış. Çok şükür ki, devlet feraseti çalışmış ve söz konusu protokol imzalanıp, İtalya’ya bu hususta onay verilmemiş. Bu sayede, günümüzde kıyılarımıza yakın 150 kadar ada ve adacık üzerinde hak iddiamız sürebiliyor. “Sessiz kaldığınız için burası benimdir” yaklaşımı egemenlik konularında işlemiyor. Durumu kabullendiğinizi yazılı olarak ilan etmeniz gerekiyor.
Montrö imzalandıktan sonra, Dışişleri Bakanı sıfatını taşıdığı hâlde “Yunanistan’ın Boğazönü adalarını silahlandırmaya hakkı vardır” gibi akıllara ziyan bir konuşma yaparak tezlerimizi zayıflatan Tevfik Rüştü Aras’ın sözleri kendisini bile bağlamamıştır. Hak ve menfaatler susarak olmadığı gibi, sözle de de terk edilmez. Yapılacak her işlemin, uluslararası hukukun öngörmüş olduğu usuller muvacehesinde ika edilmesi gerekir.
Yunanlar 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin kendilerine Adalar Denizi’nde 12 mil kara suyu ilan etme hakkı verdiğini savunuyorlar. Hâlbuki, Türkiye’nin imzacı olmadığı bu sözleşmeye göre Adalar Denizi, 123. Maddede tarif edilen “yarı kapalı deniz” vasfını haiz olduğundan, Yunanistan’ın 6 mil olan kara sularını tek taraflı bir iradeyle bu sınırın ötesine taşıması mümkün değil. Sözleşme, Adalar Denizi gibi deniz alanlarında kıyıdaş devletlerin müzakere ve iş birliğiyle kara suları ve diğer egemenlik konularında tasarrufta bulunabileceklerini hükme bağlıyor.
17 Eylül 1936’da yürürlüğe soktuğu 230 sayılı Kanun ile kara sularını 3 milden 6 mile çıkarırken, Yunanistan’a “dur bakalım, ne yapıyorsun?” diye sorma ihtiyacı hissetmeyen ama bundan 28 yıl sonra 24 Ağustos 1964’te yürürlüğe soktuğu 476 sayılı Kanunla kendi kara sularını da 6 mil olarak belirleyen Türkiye, 1995’te aldığı TBMM kararı ile 6 milin ötesinde bir genişlemeyi asla kabul etmeyeceğini ve bunu savaş sebebi sayacağını peşinen söylüyor.
Yani savaş sebebi olan Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarması değil, 6 milin ötesine çıkarmasıdır. Yunan tarafının zaman zaman gündeme taşıdığı “Bir iyi niyet göstergesi olarak 12 milden vazgeçtikleri, hava sahası olan 10 mil kadar kara suyuyla yetinecekleri” ifadeleri hakkında konuşulmayı gerektirmeyen, ciddiyetten uzak safsatadan ibarettir. Hava sahasının 10 mil olduğunu kabul etmeyen Türkiye’nin, 10 mil kara suyunu kabul edebileceğini aklı başında Yunanlı siyasetçilerin düşünmemesi gerekir.
Adalar Denizi’ndeki kararlı tutumu Akdeniz’de de gösteren Türkiye’nin II. Abdülhamid Han gemisini sefere çıkarması Atina’yı yine heyecanlandırdı. Muhtemelen, geçen yıllarda olduğu gibi gemimizin seferi bitene kadar sonbahar boyunca gerilimi tırmandırmaya çalışacaklar. Türkiye de geçtiğimiz yıllardaki gibi karşılık verecek. Umarız bu kez enerji kaynaklarını bulmak nasip olur.