Daha önce Doğu Akdeniz’de enerji alanında bir iş birliğinin bölge barışına katkı verebileceğini yazmış ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya ve Fransa arasında kömür ve çelik alanında başlatılan ortaklık çalışmalarının ilerleyen yıllarda Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Birliği’nin kuruluşuna giden yolu nasıl döşediğini anlatmıştım… Geçtiğimiz hafta Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Türkiye’ye yaptığı resmî ziyaret sırasında Doğu Akdeniz’deki enerji rezervleri konusu tekrar gündeme geldi. Bu alanda başlatılacak çalışmaların bölgede barış ve istikrar için son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan BM Genel Kurulu’nda son birkaç yıldır yaptığı konuşmalarda tüm kıyıdaş ülkelerin dâhil olacakları bir Akdeniz İşbirliği Mekanizmasının kurulmasında Türkiye’nin öncü rol oynayabileceğinin altını çiziyor. Şayet son dakikada gelişen sağlık problemi sebebiyle ertelenmemiş olsaydı, İsrail Başbakanı’nın Ankara’ya yapacağı resmî ziyaret esnasında da bu konu gündeme gelecekti. Yine de Türkiye tarafından sıklıkla dile getirildiği gibi, Türkiye-İsrail ilişkilerinin ilerlemesinde enerji alanında yapılacak ortak girişimlerin Filistinlilerin hak ve menfaatlerinin gözetilmesiyle gerçek anlamda başarıya ulaşabileceği İsrailliler tarafından da biliniyor.
Bölge ülkeleri arasında, çözümü çok zor ve karmaşık problemler olmakla birlikte, tıpkı birbirleriyle on yıllarca savaştıktan sonra ortak çıkar masası etrafında bir araya gelebilen Almanya-Fransa örneğinde olduğu gibi, bölge ülkelerinin de enerji ve benzeri alanlarda daha güçlü bir iş birliği ve diyalog süreci içine girmeleri mümkün.
Türkiye’nin yaptığı Akdeniz iş birliği daveti, esas itibarıyla zor problem alanlarına odaklanmıyor. Kıbrıs meselesi, Filistin-İsrail anlaşmazlığı, Suriye iç savaşı gibi konuların çözümüne dair ikili ve çok taraflı girişimler zaten kendi mecralarında devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın teklifi, siyasi anlaşmazlıklar ne olursa olsun, Akdeniz’e kıyıdaş tüm devletlerin vatandaşlarının ortak çıkarına dönük insani ve ticari konularda elle tutulur projeler geliştirilmesini önceliyor. Şayet bu alanlarda küçük çaplı da olsa ilerleme kaydedilebilirse ve oluşan ortak fayda alanından tüm ülkelerin vatandaşları istifade edebilirse, ortaya çıkan sonuçların gelecekte siyasi konularda atılacak adımların başarısına olumlu katkı vereceği düşünülüyor. Uluslararası ilişkiler teorisinde, neo-fonksiyonalizm (yeni-işlevselcilik) olarak isimlendirilen ve Avrupa’da başarıyla çalışan modelin, Akdeniz’de çalışmaması için bir sebep yok. Basitçe özetlersek bu model, evvela siyasi olmayan alanlarda başlatılacak çoklu iş birliklerinin, buna taraf olan devletlerin elde ettikleri fayda arttıkça, söz konusu alanlara temas eden diğer alanlara da sirayet edeceğini ve en sonunda siyasi alanda da güçlü iş birliklerine zemin teşkil edeceğini öngörüyor.
Bölgede zengin hidrokarbon rezervlerine sahip ve bunları çıkararak uluslararası pazarlara aktarmanın kârlı yollarını arayanlar, kendi deniz yetki alanlarında enerji kaynaklarına ulaşmak için yoğun çaba gösterenler, bölgenin enerji kaynaklarına ihtiyaç duyanlar ve kaynakların pazarlara aktarılmasında transit ülke rolü oynayabilecekler şeklinde kategorize edilebilecek dört grup ülke bulunuyor. Bu ülkelerin hiçbiri sadece kendi imkânlarına dayanarak, enerji kaynaklarını arama, çıkarma, aktarma ve kullanma kapasitesine sahip değil. Mutlaka uluslararası ortaklarla hareket etme ihtiyacı duyuyorlar. Başta ABD, Avrupa ve Uzak Doğu enerji şirketleri olmak üzere, özel sektör kuruluşları da bölgedeki enerji kaynaklarıyla yakından ilgileniyor ve projeler yürütüyorlar.
Bir vakit Fransa’nın öncülük ettiği ama Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin dışarıda bırakılması sebebiyle amaçlanan başarıyı yakalayamayan Akdeniz Enerji Forumu girişiminin çıkış noktası da aynıydı. Kısa sürede görüldü ki, bu bölgedeki iş birlikleri ancak tüm ülkeleri kapsayarak başarıya ulaşabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önerisinin başka önerilerden farklılaşan bir yönü bu.
Diğer yandan Türkiye, enerji dışındaki birçok alanda da bölgesel iş birliğinin yoğunlaştırılabileceğini düşünüyor. Küresel ısınmayla birlikte günlük hayatımızın bir parçası hâline gelen çevresel felaketlerle mücadeleden, salgın hastalıklara karşı iş birliğine, sınır aşan göçlerin meydana getirdiği problemlere çözüm bulmaktan, soyu tükenmekte olan canlıların korunmasına kadar onlarca alanda mevcut mekanizmalara işlerlik kazandırırken, daha etkili yeni ortaklık ve iş birliği mimarilerinin kurulmasını hedefliyor.
Türkiye’nin son dönemde İsrail, Mısır, Suriye ve Körfez ülkeleriyle başlattığı yeni açılımları bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Akdeniz iş birliği teklifi açısından değerlendirmek lazım.