Vize Konusu Nasıl Bu Hâle Geldi?
“Önümüzde üç aşama var. Birincisi bugünden başlayacak olan psikolojik devrim aşamasıdır. Algılar değişecek, vize serbestisi ile Türkiye ve AB halkları arasında iletişimde yeni dönem başlayacak. İkinci aşamada, önümüzdeki 3-3,5 yıl boyunca kurumlar arasındaki çalışmalar hızlanacak ve kapasitemiz artacak. En önemlisi ise uzun vadede Türkiye ve Avrupa halkları, yoğun bir etkileşim içine girecekler.”
Kulağa hoş geliyor değil mi?
Bu sözler 16 Aralık 2013’te Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni ve Geri Kabul Anlaşması’m -tüm ikazlara rağmen- imzalayan dönemin dışişleri bakanına ait. O zamanki itirazlarımızı ve ikazlarımızı üç başlık altında sunuyorum:
1- Türkiye, bırakın vize serbestisini Ankara Anlaşması ve onun tabii neticesi olan gümrük birliği sebebiyle vatandaşlarının serbest dolaşım hakkına sahip olması gereken, AB ile müzakereler yürüten bir aday ülkedir.
2- Vizelerin kaldırılmasıyla, geri kabul anlaşması arasında hiçbir ilişki yoktur ve Brüksel’in baskılarına rağmen böyle bir ilişki kurulmamalıdır. Geri kabul anlaşmasına imza atmak Türkiye’yi bir “göçmen kampı” hâline getirir. AB’nin tek derdi kendi sınırlarını korumaktır.
3- AB’nin Türkiye’yi üye almak gibi bir niyeti olmadığından, hiçbir AB devletinin kendi kamuoyları üzerinde Türkiye lehine bir kamu diplomasisi çalışması yürütmesini beklememek gerekir. Aksi hayalciliktir.
Aradan neredeyse 10 yıl geçti. Tablo ortada.
Dönemin dışişleri bakanının öngörülerinin hiçbiri tutmamış. Algılar olumlu yönde değişmemiş, karşılıklı iletişimde yeni dönem başlamamış, kurumlar arası çalışmalar hızlanmamış, Türkiye ve AB yoğun bir etkileşim içine girmemişler.
Dahası anlaşmanın içinde “vize serbestisi” yani vizelerin kaldırılması ifadesi geçmesine rağmen AB tarafı sadece birkaç ay içinde su koyuvermiş ve “vize kolaylığından” söz eder olmuş. Başka bir deyişle, Brüksel Türk vatandaşlarına vizesiz seyahat imkânı vermek yerine, vize alma sürecini hızlandırmayı teklif etmiş.
Bu tuhaf vaziyete, “sözünüzü tutun ve 2015 sonuna kadar vizeleri tamamen kaldırın” tepkisi sert şekilde konulsaydı keşke. Yapılmadı. AB tarafı daha da ileri giderek Türkiye’yi insan hakları ve özgürlükler alanında “verdiği sözleri tutmamakla” itham etmeye başladı. 17-25 Aralık kumpasının zamanlaması, söz konusu anlaşmadan bir gün sonra olması sebebiyle de manidardır. Gereksiz olmasına rağmen, vizelerin kaldırılması geri kabul anlaşmasına endekslenmişken, bir de Türkiye’nin terörle mücadelesine sekte vuracak talepler gelmeye başladı. AB tarafı bu kadarla da kalmadı. Avrupa Parlamentosu aldığı bir kararla, “Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyetini [kararda bu şekilde ifade edilen Güney Kıbrıs Rum Kesimi’dir] tanımadıkça vize serbestisi sürecinin işletilmemesini” istedi.
Takip eden dönemde, “vize diyaloğu”, “pozitif gündem” gibi isimler altında AB konuyu iyice sulandırdı. Türkiye’deki mültecilerin sayısı katlanarak artarken, terör saldırıları, 15 Temmuz darbe girişimi, COVID-19 salgını gibi durumları da kendi tutumunu meşrulaştırmak için kullanan AB, nihayet Türk vatandaşlarına vizeyi en erken 3 ayda vermeye, başvuruların çoğunu da reddetmeye başladı.
10 yıl evvel vizelerin tamamen kaldırılması için yola çıkan Türkiye, bugün vizelerin daha çabuk verilmesine odaklanmış durumda.
Gömleğin ilk düğmesini yanlış ilikleyerek bizi bu çıkmaza sokanların sorumluluğu elbette unutulmayacak. Ama o konuyu bir kenara bırakıp ne yapılması gerektiğine bakalım. İki önerim var:
Birincisi, Türkiye AB’ye bir bildirimde bulunarak “AB tarafı vize konusunda gereğini yerine getirmediği takdirde, söz konusu anlaşmadan 1 ay içinde çekileceğini” ifade etmeli. Zaten Dışişleri Bakanlığının resmî internet sayfasında yer alan Vatandaşlarımızın Schengen Alanına Vizesiz Seyahati / Sıkça Sorulan Sorular başlıklı belgede, “Vize diyalog sürecinin öngörülen süre içerisinde vize muafiyeti ile sonuçlanmaması hâlinde, Anlaşmanın tarafımızdan tek taraflı feshi mümkündür (24. madde). Bu konudaki tutumumuz net bir biçimde AB tarafına bildirilerek kayıt altına alınmıştır” cümlesi yer almakta. Madem öyle, gereğini yapmak için daha fazla beklememek lazım.
İkinci önerim, Türkiye-AB ilişkilerinin mukadderatına dair kapsamlı bir toplantının bir an önce yapılması. Mütemadiyen dile getirdiğimiz, “Türkiye, AB’ye tam üyelik hedefini sürdürmektedir” cümlesinin AB ülkelerinde herhangi bir karşılığı kalmadı. Şansölye Merkel dönemine ilişkin arşivler kamuoyuna açılınca görüldü ki, Türkiye’nin AB üyeliğini güya destekler gözüken Almanya, Türkiye’nin müzakere sürecini dahi sabote etmiş.
Mesleki varlık sebebini AB konusuna dayandıran bir avuç kişi dışında Türkiye’de rasyonel / gerçekçi dış politika perspektifine sahip hiç kimse Türkiye’nin AB’ye üye olacağı beklentisini artık taşımıyor. Başta Gümrük Birliği olmak üzere, AB ile ilişkilerde güncellenmesi gereken çok konu var. AB bilinçli olarak Türkiye ile ilişkileri son 5 yıldır “mülteciler-yardım” parantezine hapsetti. Bu cendereden artık kurtulmamız gerekiyor.
AB’nin vize konusundaki dürüst olmayan tutumu, diğer konulardaki yaklaşımlarıyla örtüşüyor. Ankara, Brüksel’in ikiyüzlülüğü karşısında bugüne kadarkinden daha farklı adımlar atmayı gündemine almalıdır.