Afet Durumlarında Uluslararası Yardımlaşma
6 Şubat’ta meydana gelen ve 50 binden fazla vatandaşımızın hayatlarını kaybettiği depremler, diğer birçok konunun yanı sıra, tabii afet dönemlerinde uluslararası yardımlaşmanın önemini de bir kez daha hatırlattı. Depremi takip eden günlerde 90 ülkeden gelen 11.200 civarında arama ve kurtarma çalışanının Türkiye’deki ekiplerle birlikte yürüttükleri çalışmalar çok sayıda canın kurtarılmasını temin etmişti. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı başta 6 Şubat depremleri sırasındakiler olmak üzere tabii afetler karşısında uluslararası yardımlaşmanın ve insani diplomasinin çeşitli boyutlarının ele alındığı bir dizi faaliyeti ABD’de düzenledi. Toplantılarda Türkiye’nin insani yardımlar ve insani diplomasi alanlarındaki öncü rolünün altı çizilirken, insani güvenlik konusunda küresel seviyede yapılabilecekler de tartışıldı.
Bu çerçevede öne çıkan başlıklardan biri de, uluslararası arama ve kurtarma ekiplerinin etkinliğinin nasıl artırılabileceği hususuydu. Farklı ülkelerin arama ve kurtarma ekiplerinin, afet bölgelerine intikalleri esnasında karşılaştıkları bürokratik problemlerin giderilebilmesi için neler yapılabileceği de toplantılarda ele alındı. Konuşmacıları arasında yer aldığım Birleşmiş Milletler Genel Merkezinde düzenlenen panelde iki somut öneri getirdim. Bugün bu önerileri sizlerle paylaşacağım.
Birinci önerim, Birleşmiş Milletlerin koordinasyonunda ulusal arama kurtarma takımlarının katkılarıyla, Uluslararası İnsani Yardım Görev Gücü’nün oluşturulması oldu. Söz konusu görev gücü, bir tabii afet yaşandığında ve buna maruz kalan ülke yardım çağrısında bulunduğunda en fazla 24 saat içinde afet bölgesine intikal ederek hayat kurtarma faaliyetlerine hazır olacak şekilde oluşturulmalı. Görev gücüne katılan farklı ülkelerin ekipleri arasında güçlü iletişim kanalları bulunmalı. Yıl içinde sık sık birlikte tatbikatlar düzenleyerek, afet esnasında birlikte çalışma kabiliyetlerini güçlendirecek olan bu ekiplerin teçhizatları da birbirleriyle uyumlu hâle getirilmeli. Vatandaşı oldukları ülkelerin ilgili kumrularında çalışmaya devam edecek görev gücü mensuplarının, afet durumunda en hızlı bir şekilde birbirleriyle koordineli şekilde ortak müdahale ekipleri oluşturabilmeleri mümkün olmalı.
İkinci ve ilkiyle bağlantılı önerim ise, Uluslararası İnsani Yardım Görev Gücü’nde yer alacak arama kurtarma uzmanları için hiçbir bürokratik engele takılmadan afet bölgesine hızla erişmelerine imkân verecek İnsani Yardım Pasaportu adıyla bir belge düzenlenmesi. Söz konusu pasaport ya da belge BM tarafından akredite edilmiş ve insani yardım dışında başka bir faaliyette bulunmayan kişiler için düzenlenmeli. Listede yer alan isimlerin güvenlik durumları her yıl gözden geçirilerek gerekli hâllerde güncellemeler yapılmalı. Bu belgeye sahip olan görevlilerin afet yaşanan ülkeye intikalleri sırasında hiçbir devletten vize alma mecburiyeti bulunmamalı. Tek amaçları daha fazla insan hayatını kurtarabilmek olan İnsani Yardım Pasaportu hamilleri bürokratik süreçlere takılmadan en hızlı şekilde işlerine koyulabilmeli.
Elbette bu iki önerinin hayata geçebilmesi için evvela Birleşmiş Milletler seviyesinde güçlü bir iradenin oluşması icap ediyor. Hem görev gücünün hem de insani Yardım Pasaportunun işlerlik kazanabilmesi için BM Tabii Afetlerle Uluslararası Mücadele ve İş birliği Sözleşmesinin hazırlanması ve üye ülkelerce imzalanması atılması gereken ilk adım. Ardından da mevcut arama ve kurtarma ekiplerinin sayılan amaçlar doğrultusunda dönüştürülmesi işi geliyor. Bu dönüşümün maliyetinin de üye ülkeler tarafından karşılanması gerekiyor.
Bu işe öncülük edebilecek tek ülke Türkiye. Kişi başına millî gelirine oranla insani yardımlara en fazla katkı veren ve insani diplomasiyi dış politikasının ayrılmaz bileşenlerinden biri hâline getiren Türkiye’nin, bilhassa son deprem felaketinden sonra başlatacağı böyle bir girişimin uluslararası alanda büyük destek göreceğinden hiç şüphe duymuyorum.
Küresel iklim değişikliğiyle mücadeleden, mültecilere yardıma, sıfır atık hassasiyetinden, çatışan taraflar arasında kolaylaştırıcılığa kadar birçok insani konuda rüştünü ispat etmiş bir devlet olarak Türkiye’nin bu konuyu BM gündemine taşıması hâlinde çok kısa sürede sonuç elde edilmesi mümkün olabilir. Bu aynı zamanda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından son 10 yılda defalarca BM kürsüsünden dile getirilen teşkilatın reforme edilmesi çalışmalarına da çok güçlü bir ivme kazandırabilir.