Çeşitli fasılalarla yaklaşık 25 yıldır üzerinde çalıştığım “Türkiye-İsrail Diplomatik İlişkilerinin ” başlıklı kitabımı nihayet bitirdim. 1945-1950 yılları arasında Türkiye ile önce Filistin’deki Yahudiler, ardından da İsrail Devleti arasında peyderpey kurulan ilişkilerin siyasi, ticari ve kültürel boyutlarının anlatıldığı kitabın yazımının çok uzun sürmesinin sebebi Türk Dışişleri Bakanlığı Arşivinin yakın zamana kadar araştırmacılara kapalı oluşuydu.
2008’de gazetemizde Diplomatik Muhakeme köşesini kaleme almaya başladığımdan bu yana Dışişleri Bakanlığı arşivlerinin neden açılması gerektiğini bazı yazılarımda ayrıntılı şekilde anlattım. Evvelce bu yönde çeşitli çalışmalar yapılmış olsa da hiçbiri tamamlanamamıştı. Mevlüt Çavuşoğlu Dışişleri Bakanı olduktan sonra Diplomatik Arşivin araştırmacıların hizmetine sunulması için yürütülen çalışmaları hızlandırdı. Artık aralarında Filistin ve İsrail’in de bulunduğu ülke fonlarına Devlet Arşivleri Başkanlığının internet sitesinden ulaşılabiliyor. Çavuşoğlu’nun bu değerli katkısını Türk Dış Politikası araştırmaları yapan akademisyenler her zaman şükranla yâd edecektir. Devlet Arşivlerinin bilişim altyapısını çağdaş standartlara kavuşturarak, birçok belgeye dijital ortamda ulaşmamıza imkân sağlayan başta Devlet Arşivleri Başkanı Prof. Dr. Uğur Ünal olmak üzere kurumun tüm çalışanları da ayrıca teşekkürü hak ediyorlar.
ABD, İngiltere ve İsrail arşivlerinde yaptığım araştırmalarda bulduğum belgelere Türk arşiv belgelerini de ekleyince, kitabımı bitirmem mümkün oldu. Kitap, özünde bir siyasi tarih çalışması olsa da, 75 yıl önceki bazı parametrelerin bugünkü Türkiye-İsrail ilişkilerin yapısına hâlâ tesir ettiğini ortaya koyarak bir manada günümüze de ışık tutuyor.
Mesela Türkiye’nin Filistin Meselesine ilişkin temel stratejisinin 75 yıl önce, “Anglosaksonları kırmadan, Arapları kollamak” şeklinde belirlendiğini görüyoruz. Demek ki, Orta Doğu politikalarında iç ve dış aktörler arasında dengeyi tutturmak kaygısı her zaman varmış. Burada geçen “Anglosakson” tabiri, dönemin Orta Doğu’daki en önemli gücü olan İngiltere ile yavaş yavaş bölgeye girmeye başlayan ABD’yi ifade ediyor. Kitabın alt başlığı da olan bu formülü 1947 Nisanı’nda Dışişleri Bakanlığımızın tecrübeli diplomatları geliştirmiş. Bakın ne diyor, Filistin meselesinin ele alınacağı BM
toplantısına katılacak VVashington Büyükelçimize gönderdiği talimatta Ankara:
“Son zamanlarda komşumuz olan Arap âlemiyle münasebatımız [ilişkilerimiz] çok iyileşmiş ve günden güne de iyileşmektedir. Bu yakınlaşmaya zarar verebilecek bir hareket tarzını mahzurlu buluyoruz. Esasen Arap âlemi ile yakınlaşmamız müttefikimiz İngiltere’yi de memnun etmiştir. Hatta İngiltere bu yolda bize telkinler yapmaktan dahi kaçınmamıştır. Diğer taraftan beynelmilel sahada Anglosakson devletleriyle muvazi [paralel] ve ahenkli çalışmayı şiar edinmiş bulunuyoruz. Binaenaleyh Filistin işinde hedefimiz Anglosaksonları kırmadan Arap âlemini kollamaktır.”
Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin İsrail’i tanıma kararı aldığı Mart 1949’da Başbakanlığa yolladığı raporda da şu ifadelere de hayli dikkat çekici:
“Hükümetimizin Filistin meselesindeki siyaseti yakın komşularımız Araplara karşı sempatimizi gizlememekle beraber her iki tarafı da rencide etmeyecek şekilde muvaffakiyetle ayarlanmış olup bu nazik davada şimdiye kadar ihtiyatkâr hattı hareketimizden inhiraf edilmemiştir [sapılmamıştır] (…) Ancak bu durumun ilanihaye [sonsuza dek] devam etmesi mümkün gözükmemektedir (…) Yukarıda maruz hususlar hâlen dünyaca tanınmış bir devlet vaziyetinde bulunan İsrail’in artık tarafımızdan da tanınması zamanı geldiğini göstermektedir.”
Türkiye’nin İsrail’in bağımsızlığını tanırken Arapları “rencide etmemeye” hassasiyet gösterdiğinin bir diğer örneği de, İsrail ülkesinin sınırlarını tanımadığını ifade etmesiydi. Dışişleri Bakanlığından Kudüs Başkonsolosluğuna gönderilen Mart 1949 tarihli bir yazıda hükümetin İsrail’i “hiçbir veçhile hudut tasdikini tazammun etmemek [içermemek] şartıyle” tanıdığı ifade edilmekteydi. Böylece Türkiye’nin günümüzde de devam eden, “İsrail Devleti’ni tanıyorum ama uluslararası hukuk bakımından tartışmalı sınırlarını tanımıyorum” şeklinde özetlenebilecek tutumunun ilk uygulaması ortaya çıkmış oldu.
Her akademik çalışmada olduğu gibi bu kitap hazırlanırken de yeni araştırma konuları ortaya çıktı. Türk dış politikası çalışmaları yapan tüm araştırmacıların, yeni açılan diplomatik arşivlerimizden yararlanarak, her biri ayrı boşluk dolduracak eserler vereceklerinden eminim.