Deprem Bir Güvenlik Meselesidir – Türkiye Gazetesi (19.02.2023)

Türk Dış Politikası derslerinde bahsettiğimiz yapısal belirleyiciler adlı bir konu vardır.

Türkiye’nin dış ve güvenlik politikalarının oluşturulmasında etkili olan sabiteler için kullanılır. Mesela tarih bunlardan biridir. Geçmişte yaşanılanların olumlu ya da olumsuz etkileri bugüne yansır. Türkiye’nin coğrafi konumu ve jeopolitiği de aynı şekilde politikayı doğrudan etkiler. Nüfusla ilgili bileşenler yani demografik yapı da söz konusu yapısal belirleyicilerdendir. Artık bunlara bir tane daha eklemenin zamanı gelmiştir: Deprem.

“Türkiye nasıl bir ülkedir?” veya “Türkiye’nin kimliğinde ne öne çıkar?” sorularına cevap verirken, ülkemizin tek bir kavramla tarif edilemeyeceğini belirtir ve Türkiye’nin hem Asya hem Avrupa ülkesi olduğunu vurgular ve şöyle deriz: “Türkiye dünyada çok az ülkeye nasip olan bir çeşitliliğe sahiptir. Asyalı, AvrupalI, Balkanlı, KafkasyalI, Akdenizli, Karadenizli, Orta Doğulu bir ülkedir. İslam dünyasının ve Türk dünyasının bir parçası, NATO müttefiki ve AB’nin ortağıdır.” Nasıl ki, bunların her biri ülkemizin kimliğinin ayrılmaz bir parçasıysa, deprem olgusunun da ülkemizin kimliğinin bir parçası olduğunu kabullenmeliyiz. Hatta “Türkiye Asyalı, AvrupalI, Orta Doğulu, Akdenizli …” demeden önce Türkiye’den bahsederken “Türkiye bir deprem ülkesi” diyebilmeliyiz. Çünkü depremin bir güvenlik meselesi olduğunu milletçe idrak etmediğimiz müddetçe depremin vereceği zararları asgariye indirecek tedbirleri layıkı veçhile almamız ve tatbik etmemiz mümkün olmayacak.

Sosyal medyada gözüme çarptı. Deprem felaketine maruz kalan beldelerimizden birinde orta seviyede bir mülki idare amiri halkın nasıl davranması gerektiğini anlatıyor. Sık sık, “kanun var, nizam var” diyor. “Herkes kendi istediği gibi davranamaz” diye ekliyor. Doğru. Kanun var, nizam var. Ama o kanun ve nizam depremden önce de vardı. Şayet uygulanmış olsaydı, belki de depremde yıkılan birçok binaya “oturulamaz” raporu verilecek ve bunlar boşaltılacaktı, işte o mülki idare amirinin kanun ve nizamı depremden önce değil, sonra hatırlamasının en önemli sebebi güvenliği tesis etme kaygısıdır. Zira afete maruz kalmış yerlerde halkın güvenlik kaygılarının giderilmesi ve devlet düzeninin tesis edilmesi ona öncelikli bir vazife olarak verilmiştir. Şayet

depremi bir güvenlik meselesi olarak tanımlamaz ve hepimiz için öncelikli bir güvenlik kaygısı unsuru hâline getirmezsek, depremden önce sağlam binaları korumaktan ziyade, bugün olduğu gibi enkazları yağmacılardan korumak zorunda kalırız.

Depremin neden bir güvenlik meselesi olduğunu rakamlar üzerinden anlatmak da mümkündür. Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nın tüm cephelerinde verdiği asker ve milis şehit sayısı 35.000 kadardır. 1984’ten 2020’ye bölücü teröristlerin saldırıları neticesinde şehit olan güvenlik görevlilerimizin sayısı 8.128’dir. Bu saldırılarda ayrıca 5.700 sivil vatandaşımızı kaybettik. Terör saldırılarında 36.000’den fazla da yaralımız var. Terör eylemlerinin Türkiye’ye yüklediği maliyet yaklaşık 400 milyar dolar civarında. Son 30 yılda ülkemizde meydana gelen depremlerde insan kaybımız ve bu afetlerin getirdiği maddi yükler terör faaliyetlerinin verdiği zarardan geride değil. Ben bu satırları yazarken Kahramanmaraş depremlerinde hayatını kaybedenlerin sayısı 40.000’i geçmişti. Maddi hasarın en az 150 milyar dolar civarında olduğunun hesapları yapılıyordu.

Birileri çıkıp, “işgalci düşmana karşı verilen Kurtuluş Savaşı’nın ve hain PKK terör örgütüne karşı verilen mücadelenin istatistiklerini tabii afet olan deprem istatistikleriyle karşılaştırmak doğru olmaz” diyecektir. İşte benim karşı çıktığım kafa tam da bu kafadır. Biz depremi ülkemizin genetik kodlarının ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmez ve en önemli güvenlik meselesi olarak görmemeye devam edersek, işgalcilerin ve teröristlerin aldığı candan daha fazlasını depremler almaya devam eder.

Devletlerin öncelikli görevi güvenliği temin etmektir. “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” felsefesini mündemiç bir devlet mekanizmasının güvenlikten anladığı her şeyden önce “insanlarının güvenliğini sağlamak” olmalıdır. İnsanların güvenliğine yönelmiş tehdit sadece dış düşmanlardan ve teröristlerden gelmez. Devlet, vatandaşının güvenliğini beşeri veya tabii her türlü tehdide karşı korumakla mükelleftir.

Devletimizin güvenlik telakkisini yeniden şekillendirmesinin ve Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nden, mülki idari amirlerinin güvenlikle ilgili görevlerini tarif eden talimatnamelere kadar her türlü güvenlik belgesinde depremi bir güvenlik meselesi olarak tanımlamasının zamanı gelmiştir.