Salı günü işgalci Yunan ordularına karşı Gazi Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusunun kazandığı büyük zaferin 100. yılını kutlayacağız. 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruza başlayan Mehmetçik, dört gün içinde tüm cephe boyunca ilerlemiş ve 30 Ağustos’ta Başkumandanlık Meydan Muharebesi’nde kesin bir galibiyet elde etmişti. 1919’dan beri işgal altındaki yerleşim birimleri tek tek kurtarılmış ve 9 Eylül’de işgalin başladığı yer olan İzmir Hükûmet Konağı’na Türk bayrağı çekilmişti.
Kazanılan zaferin ne kadar önemli olduğunu idrak edebilmek için Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda İtilaf Devletlerine karşı başka hiçbir (eski) İttifak Devletinin zafer kazanamadığını hatta başkaldırmaya cesaret dahi edemediğini hatırlamak yeterli olacaktır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’yle müttefik olan Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan kendilerine dayatılan ve ağır şartlar ihtiva eden “barış” antlaşmalarını kabul etmek zorunda kaldılar. Versailles Antlaşması Almanya’yı hem -bugünkü hesapla- 50 milyar dolar gibi yüksek bir tamirat borcu altına soktu hem de ülkenin önemli sanayi bölgeleri Fransızlar tarafından işgal edildi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu parçalanarak, Balkanlar’da ve Orta Avrupa’da yeni bağımsız devletler kuruldu. Mağluplar bu dayatmaları kabullendiler. 10 Ağustos 1920’de Osmanlı Hükûmeti’ne dayatılan Sevres Antlaşması’nı ise TBMM Hükûmeti hiçbir zaman kabul etmeyerek yok hükmünde saydı.
Millî Mücadele’nin savaş meydanlarında başarıya ulaştığını ve zafere dönüştüğünü kimse inkâr edemez. Fakat bu mücadelenin aynı zamanda siyasi bir yönü olduğunu da unutmamak gerekir. Mustafa Kemal Paşa, 1919-1922 döneminde İstanbul’dan Ankara’ya gelen Osmanlı hariciyesinin diplomatlarını ve diğer sivil bürokratları çok başarılı şekilde organize ederek, üç temel hedefe matuf bir dış siyaset takip etmiştir.
Birinci hedef yeni Türk devletinin mevcudiyetinin uluslararası alanda tanınmasını temin etmekti. Bu çerçevede Sovyet Rusya ile yakın temas içine giren ve Lenin’le mektup teatisinde bulunan Mustafa Kemal Paşa, bir yandan ortak düşman İngiltere’ye karşı Moskova yönetiminden askerî yardım almayı başardı, diğer yandan da 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Anlaşması ile TBMM Hükûmetinin Sovyet Rusya tarafından tanınmasını temin etti. Bu anlaşmadan 15 gün önce de Afganistan TBMM Hükûmetiyle resmî anlaşma yapan ilk bağımsız devlet oldu. 13 Ekim 1921’de Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’la imzalanan Kars Antlaşması’yla bu üç devletin Türkiye’nin doğu sınırlarını tanıması gerçekleşti. Böylece Türk ordusu tüm gücüyle Batı cephesine odaklanma fırsatı buldu.
İkinci hedef, İtilaf Devletlerinin aralarındaki anlaşmazlıklardan istifade etmekti. Birinci Dünya Savaşı devam ederken İngiltere, İzmir başta olmak üzere Batı Anadolu’yu İtalyanlara vadetmiş ama Mayıs 1919’da Yunan ordusunu İzmir’e çıkarmıştı. İtalya kendisine verilen sözün tutulmamasını hiç hazmedemedi. Türk ordusunun başarıları gelmeye başlayınca da 1921 sonbaharında Anadolu’dan çekildi. İngiltere Fransa’ya da benzeri bir oyun oynamıştı. 1916’daki Sykes-Picot Anlaşması ile Fransa’ya vermeyi vadettiği Irak’ı, 1920’deki San Remo Anlaşması ile kendi manda yönetimi altına almıştı. İki ülke arasında ayrıca Almanya’daki işgalin nasıl yönetileceğiyle ilgili de görüş ayrılıkları vardı. Bunlardan faydalanan Türkiye, Fransa ile Ekim 1921’de Ankara Anlaşması’nı yaparak Fransız işgalini sona erdirmeyi başardı.
Üçüncü hedef ise dünya kamuoyunda Millî Mücadele’nin haklılığını duyurarak destek almaktı. Hint Müslümanları, gelen destek çağrısına kulak vererek topladıkları maddi yardımları Ankara’ya ilettiler. Rusya’dan gelen askerî yardımın bir bölümü Hint Müslümanlarının aktardığı yardımlarla satın alınmıştır. Hatta bu paranın Kurtuluş Savaşı sırasında sarf edilmemiş olan 250 bin lirası 1924’te kurulan Türkiye İş Bankası’nın kuruluş sermayesinde yer almıştır.
Mustafa Kemal Paşa Batılı gazetecilere sık sık mülakatlar vererek, işgalin hukuk dışı olduğunu ve direnişin meşru temellerini anlattı. Osmanlı Devleti ile savaşa girmemiş olan ABD ile özel bir ilişki geliştirmeye çalıştı. ABD Senatosu’na mektup yollayarak, Doğu Anadolu üzerindeki Ermeni iddialarının önüne geçmeye çalıştı.
11 Ekim 1922’deki Mudanya Mütarekesi’yle silahlar susmuş olsa da işgalin tamamen sona ermesi ve Türk devletinin egemenliğinin teminat altına alınması ancak bir barış antlaşmasıyla mümkün olabilirdi. Uzun ve meşakkatli bir konferans sürecinden sonra 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla savaş meydanında kazanılan zaferin, diplomasi masasında heba olmaması temin edildi.
30 Ağustos Zaferi’nin 100. yıl dönümüyle birlikte Kurtuluş Savaşı’ndaki askerî zaferlerimizin 100. yıl dönümlerinin sonuncusunu da idrak etmiş oluyoruz. Önümüzdeki 14 ay boyunca bu kez siyasi dönüm noktalarımızın 100. yıl kutlamalarını yapacağız. Mudanya Mütarekesi, Lozan Barış Antlaşması, İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşu ve Cumhuriyet’in ilanı bu kapsamda yer alıyor.
Bu vesileyle Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasına katkı veren herkesi rahmetle anıyorum..