Rusya’nın Ukrayna saldırısı Türkiye’nin hem diplomatik hem de askerî kapasitesinin ne kadar önemli olduğunu Batı başkentlerine bir defa daha hatırlattı ya, Türkiye’nin yeni bölgesel rolü konusunda “parlak” fikirler de ortada uçuşmaya başladı. Bu fikirlerden biri Harvard Üniversitesi Belfer Merkezinde Uluslararası İstihbarat projesinin direktörlüğünü de yapan Paul R. Kolbe’den geldi. Öz geçmişi “servis elemanı” olduğunu fazlasıyla gösteren Kolbe özetle diyor ki, “Türkiye S-400’leri, Rusya’nın hava saldırılarına karşı kendisini savunsun diye Ukrayna’ya versin. ABD de Türkiye’ye Patriot bataryaları yollasın. Türkiye’nin F-35 projesine geri dönüşüne de izin verilsin.”
Gerçekçilikten uzak bir öneri. Ama Wall Street Journal gibi, iş çevreleri açısından dikkate alınan saygın bir yayın organının “görüşler” köşesinde yer bulabiliyor.
Türkiye’de bazı akademisyen ve siyasetçilerin “ne güzel teklif” diyerek kucakladıkları Kolbe’nin teklifinin neden anlamsız olduğunu dört maddede açıklayayım.
Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Millî Savunma Bakanı Akar da S-400 hava savunma sistemlerini neden satın aldığımızı ve hangi amaçla kullanacağımızı defalarca açıkladı. Türkiye bu savunma sistemine sahip olmayı bir devlet politikası hâline getirmiştir. Geriye dönüşü olmaz. Bu sistemleri depoda eskitmek için de almadık, başkasına vermek için de. İhtiyaç hâlinde kullanmak için aldık.
İkincisi, Türkiye’ye satmış olduğu hava savunma sistemlerinin Ukrayna’ya verilmesine Rusya’nın nasıl büyük bir tepki vereceğini anlamak için Bay Kolbe kadar istihbarat zekâsına sahip olmamız gerekmez. Slovakya’nın S-300’lerini Ukrayna’ya yollama düşüncesinin Moskova’yı nasıl hiddetlendirdiğini müşahede ettik. Türkiye’nin Bay Kolbe’nin önerisini yerine getirmesi durumunda, Ankara’nın krizin başından bu yana hassasiyetle sürdürdüğü hayırhah tarafsızlık statüsü bir daha geri gelmemek üzere ortadan kalkar. Rusya’yla da, uçak krizinden çok daha derin bir sıkıntı içine düşeriz; yıllarca arayı düzeltemeyiz.
Üçüncüsü, Kiev dışında hemen hemen bütün kentlerde kontrolün Rus ordusuna geçtiği bir dönemde, Ukrayna ordusunun hava savunma sistemlerinden fazlasına ihtiyaç duyduğu aşikârdır. Ne Slovakya’dan yollanacağı söylenen S-300’ler, ne de Polonya’nın hibe etmek istediği MİG savaş uçakları Ukrayna’yı kurtarabilir. Rusya’nın askerî üstünlüğü karşısında Ukrayna ancak kentlerin sokaklarında yıpratıcı ama kendisi için de bir o kadar yıkıcı olan bir savunma verebilecek durumdadır. Batı’nın gerçekte istediği de budur: Savaş uzasın; Rusya’nın kayıpları ve zararları artsın; ABD, Rusya endişesi sayesinde NATO’daki liderliğini tahkim etsin; Rusya’dan çekinen ülkelere daha çok silah satsın.
Dördüncüsü, teknik açıdan birçok kategoride S-400’ler Patriot’lardan üstündür. Mali yükü daha azdır. Rusların Türkiye ile ortak üretim ve teknoloji transferi gibi konulara prensip olarak olumlu yaklaştıkları basında yer almıştır. Bu durumda Türkiye’nin tekrar Patriot sistemlerine yönelmesinin mantıklı bir gerekçesi olamaz. Patriot’lar ancak ABD’yi memnun etmek için satın alınabilir. Bence bu hamlenin yapılması için de Türkiye’nin F-35 programına dönüşüne izin verilmesi gerekir.
Türkiye gibi NATO ittifakının en önemli ülkelerinden birinin, ortağı olduğu ve parasını yatırdığı hâlde F-35 projesinden dışlanması ABD’nin stratejik miyopluğunun göstergesidir. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla, ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkan NATO’nun caydırıcılığının artırılması Türkiye’nin dışlanması hatta ötekileştirilmesiyle değil, daha da etkin bir savunma kapasitesine sahip olmasına destek olunmasıyla temin edilebilir. Türkiye’ye yeni nesil savaş uçaklarının satılması Türkiye’yi de NATO’yu da güçlü kılar. ABD yönetiminin, Türk düşmanı bazı Kongre üyelerinin öncülüğünde başlatılan ambargo girişiminin son tahlilde Batı savunmasına ne kadar derin bir zarar vermekte olduğunu görmesi gerekir.
SSCB’nin kendisini feshetmesinin üzerinden geçen 32 yıl zarfında Balkanlardan Kafkasya’ya, Kuzey Afrika’dan Körfez’e çok sayıda krizin ve silahlı çatışmanın meydana geldiği bir bölgede yer alan Türkiye’nin savunmasını her türlü imkânla donatmasının ne kadar önemli olduğu açıktır. Bir yandan yerli üretimde devasa adımlarla ilerleyen Türkiye, diğer yandan da savunma sanayi temin kaynaklarını çeşitlendirmeyi sürdürmektedir. Tek kaynağa bağımlılığın doğurabileceği sıkıntılar her krizde yeniden görülmektedir. Türkiye’ye silah sistemleri satan herhangi bir ülkeyle ileride yaşayabileceğimiz bir siyasi gerilimin, satışların kısıtlanmasına, hatta dondurulmasına yol açabileceği bilinen bir gerçektir.
Bu durumda Türkiye; Rusya-Ukrayna krizinde takip ettiği iyi niyetli ara buluculuk ve hayırhah tarafsızlık statüsünü sürdürecektir. Savunma ihtiyaçlarını hem yerli kaynaklardan hem de dünyanın farklı ülkelerinden karşılayacaktır. NATO üyesi olarak sorumluluklarını yerine getirirken, ABD ve Almanya başta olmak üzere “müttefiklerin” uyguladığı gizli ve açık silah ambargolarının aslında İttifak’a zarar verdiğini ve derhâl sonlandırılması gerektiğini bıkmadan, usanmadan anlatmaya devam edecektir.