NATO’da 70 yıl…-Türkiye Gazetesi(13.02.2022)

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 18 Şubat 1952’de yapılan oylamada Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne üye olarak katılması 1 çekimser oya karşılık 409 “evet” oyuyla kabul edildi. Oylama öncesi yapılan konuşmalarda iktidardaki DP ve muhalefetteki CHP milletvekilleri NATO üyeliğini överken, üyeliği kendi partilerinin “başardığını” vurgulamayı ihmal etmediler. O gün Meclis’te bulunan hiç kimse NATO’ya karşı çıkmadı.

70 yıldır İttifak’ın önemli ve güvenilir bir üyesi olan Türkiye Kosova’dan Afganistan’a, Akdeniz’den Afrika Boynuzu’na çok sayıda NATO misyonuna aktif destek verdi. ABD’den sonra NATO üyeleri arasında en kalabalık askerî güce sahip olan Türkiye, Müttefik Kara Komutanlığı’na (İzmir), Hızlı Konuşlandırılabilir Kolordu Karargâhı’na (İstanbul), Füze Savunması Tespit ve Takip Radarı’na (Malatya-Kürecik), Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’ne, Barış İçin Ortaklık Mükemmeliyet Merkezi’ne (Ankara) ve Çok Uluslu Deniz Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi’ne (İstanbul) ev sahipliği de yapmaktadır.

Bugün 70 yıl öncesine gidip, Türkiye’nin NATO’ya giriş hikâyesini hatırlayalım.

Tarihî vesikalara göz attığımızda, Türkiye’nin NATO’ya girmek istemesinin arkasında üç temel sebebin olduğunu anlıyoruz. Birincisi, 1945’in mart ve haziran aylarında SSCB’den gelen taleplerin 1948’de de devam etmesiydi. Stalin Boğazlar’da üs ve Kars ile Ardahan’ın SSCB’ye verilmesini istiyordu. Her ne kadar 1947’deki Truman Doktrini ile ABD Türkiye’ye askerî yardım vermiş ve ardından Marshall Planı’na katarak ekonomisine nispeten destek olmuşsa da, Moskova’dan gelen tehdit ortadan kalkmamıştı. Hükûmet, Türkiye’nin kolektif savunma şemsiyesi altına girmesinin Sovyetler karşısında bir güvence olacağını düşünüyordu.

İkincisi, Ankara’nın Batı’da kurulan oluşumlara katılarak, ideolojik olarak ikiye ayrılmaya başlamış olan dünyadaki konumunu belirginleştirmek arzusuydu.  Türkiye Batılı devletlerin yer aldığı bu askerî ittifakın bir parçası olarak Batı ile bağlarını kuvvetlendirmek istemekteydi.

Üçüncüsü, Atlantik İttifakı’na girmekle Türk ordusunun modernizasyonu için ABD’den gelecek yardımlarda artış olacağı hesaplanmaktaydı.

1948 sonbaharında Atlantik İttifakı’nın kuruluş çalışmalarına Washington’da başlandığı andan itibaren Türkiye de müttefiklerden biri olabilmek için büyük bir çaba gösterdi. Defalarca Amerikalılarla ve İngilizlerle siyasi ve diplomatik görüşmeler yapıldı. ABD, söz konusu teşkilatın Atlantik ülkelerini kapsadığını ileri sürerek Türkiye’ye Akdeniz’de İngiltere öncülüğünde kurulacak başka bir paktta yer almasını önerdi. Atlas Okyanusuna kıyısı olmayan bir ülke olmasına rağmen İtalya’nın İttifak’a kurucu üye olarak davet edilmesi Türkiye’yi üyelik konusunda ümitlendirdi ama ABD tutumunu değiştirmedi. 

Yeni kurulan İsrail devletini resmen tanımak sayesinde ABD’deki Yahudi lobisinin NATO’ya davet konusunda ABD hükûmetinden ricacı olacağını düşünen Ankara, Mart 1949’da İsrail’i fiilen (de facto) tanıdı. Bu kararın açıklanmasından bir kaç gün sonra ABD’ye giden Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak bir kez daha olumsuz cevap aldı. Nisan 1949’da NATO Türkiye olmadan kuruldu. Tam 13 ay sonra 14 Mayıs 1950’deki genel seçimlerden 3 gün önce CHP hükûmeti NATO’ya üye olmak için resmen müracaat etti. Bu müracaat da, DP hükûmetinin 3 ay sonraki müracaatı da kabul edilmeyecektir.

Peki, ne oldu da, 1950’de Türkiye’yi üyeliğe almayan ABD takip eden 2 yıl içinde fikir değiştirdi? Bu soruya çoğu kaynakta Kore Savaşı üzerinden cevap verilir. Türkiye’nin Temmuz 1950’de Kore’ye asker gönderme kararı alması ve Türk Tugayının savaşta gösterdiği kahramanlıkların ABD’nin olumsuz görüşünü değiştirmesine vesile olduğu söylenir. İktidara yeni gelen DP’nin Kore’ye asker gönderme kararı almasının arkasında, bu yolla ABD ile sıcak ilişkiler kurmak ve NATO’ya girmek istemesinin yattığı su götürmez bir gerçektir. TBMM’de Kore ile ilgili görüşmelerde, NATO’ya resmî üyelik başvurusu yapan CHP de bu kararı desteklemiştir. Fakat Türkiye’nin NATO’ya davet edilmesinin Kore’ye asker göndermesinden başka sebepleri vardır.

Birincisi, 1949’da SSCB’nin atom bombasına sahip olduğunu açıklaması NATO stratejisinde bir değişimi zorunlu kılmış, SSCB’ye yakın yerlerde üslere olan ihtiyaç artmıştır. Türk hükûmeti ABD’nin üs taleplerine, NATO üyeliğini bir ön şart olarak ileri sürerek cevap vermiştir. Adana (İncirlik) Havaalanının inşasına Türkiye’nin NATO üyeliği kesinleştikten sonra başlanması tesadüf değildir.

İkincisi, 1939 ittifakıyla ilgili olarak Türkiye’nin takip ettiği mahirane diplomasidir. İkinci Dünya Savaşı başlamadan Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında kurulmuş olan İttifak, savaştan sonra da devam etmekteydi. İngiltere de, Fransa da İttifak’ın sürdüğünü diplomatik seviyede Türkiye’ye bildirmişlerdi. Türkiye, ABD makamlarına Üçlü İttifak’ın sürdüğünü, binaenaleyh Türkiye -NATO üyesi olsa da olmasa da- bir saldırıya uğradığında Üçlü İttifak gereği İngiltere ve Fransa’nın yardıma gelmek zorunda olduğunu açıkça bildirmiştir. Washington farkında olmadığı bu durum karşısında afallamıştır. Zira Türkiye’ye yardıma koşan İngiltere ve Fransa saldırıya uğrarlarsa, bu kez de NATO onları savunmak zorunda kalacaktı. Bir başka deyişle, Türkiye’nin NATO’ya üye olmaması, ABD ile SSCB’nin Türkiye yüzünden karşı karşıya gelmeyeceği anlamını taşımıyordu.

Nihayetinde NATO, SSCB’ye karşı uygulayacağı yeni NATO stratejisini hayata geçirebilmek için Türkiye’yi (ve Yunanistan’ı) Eylül 1951’de üyeliğe davet etti. Bu davette en büyük pay ABD’nindir. Takip eden yıllarda ABD, Türkiye ve Yunanistan’la NATO’da müttefik olmanın ötesinde askerî ilişkiler kurmak için yoğun bir çaba içine girecektir.