Geçen yılın son ayında yapılan açıklamalar, 2022’nin Türk dış politikası için “normalleşme yılı” olabileceğini işaret ediyor. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır, İsrail ve Ermenistan ile ilişkilerin belli seviyelerde iyileştirilmesi için atılan adımların sıklaştırılacağı, bazı alanlarda ise yeni adımlar atılacağı anlaşılıyor.
İlişkilerimizi normalleştirmeyi planladığımız devletlerle daha önce yaşadığımız problemlerin sebeplerini hatırladığımızda, bu devletlerin önceki tutum ve tavırlarının çoğunda köklü değişiklikler olmadığını görüyoruz. Mesela Ermenistan, Azerbaycan’ın kazandığı zafer sonrasında Karabağ üzerinde hak iddia edecek durumda değil belki ama bu ülkenin anayasasında Türkiye topraklarının bir bölümünden hâlen “Batı Ermenistan” olarak söz ediliyor. 1915 olaylarının “soykırım” olduğu iddiası Ermenistan’ın neredeyse değişmez varlık sebebi olarak orada duruyor. Mesela İsrail, Filistin topraklarında yasa dışı Yahudi yerleşimleri kurmayı sürdürüyor. Kudüs’ün bir bütün olarak kendi başkenti olduğu iddiasını sürdürüyor. Mesela Mısır, muhalefete karşı çok sert tutumunu sürdürüyor. Müslüman Kardeşler mensuplarına ağır cezalar veriyor.
Bu örnekler de gösteriyor ki, “normalleşme” çabasının motivasyon kaynağı geçmişteki problemlerin ortadan kalkmış olması değil. Asıl sebeplerden birincisi ekonomik. Türkiye ekonomik olarak hassaslaştığı bir dönemde hem dış politikadaki kriz alanlarının sayısını azaltmak istiyor hem de dış ticaretine menfi tesir eden süreçleri sıfırlamak arzusunda. Mesela Suudi Arabistan’la geçen yıllarda yaşanan gerilim dolayısıyla Türk ihraç ürünlerinin sadece bu ülkeye değil, birçok Körfez ülkesine girişlerinde gayriresmî engeller çıkarılmıştı. Keza BAE ile gerilimden dolayı bu ülkeden Türkiye’ye yatırım sermayesinin girişi yavaşlamıştı. Benzeri şekilde Mısır makamları ülkedeki Türk yatırımcılarına çeşitli teknik zorluklar çıkarmaya başlamıştı.
Normalleşme arzumuzun bir diğer sebebi, Türkiye’nin başkalarıyla yaşadıklarından yaralanmaya çalışan fırsatçıların oyunlarını boşa çıkarmak. Türkiye’nin aynı anda hem Suriye, hem Mısır, hem İsrail’le sıkıntı yaşadığı bir dönemde, Yunanistan ve GKRY Doğu Akdeniz’de bazı kazanımlar elde etmenin peşine düştüler. Türkiye’nin dışlandığı yeni mimariler kurmaya yeltendiler. Dışarıdan ve içeriden gelen tüm engelleme çabalarına rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü liderliği sayesinde Türkiye, Libya deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmasını yaptı, Akdeniz’de güçlü bir askerî varlık gösterdi, arama ve sondaj çalışmalarını artırdı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile son derece yakın bağlar kurdu. Mısır ve İsrail ile normalleşme olursa, Doğu Akdeniz’deki Yunan-Rum planlarının başarı ihtimali ortadan kalkar. Yine de Yunan-Rum oyununun etkisizleştirilmesi sadece normalleşmelere bağlı değil. İki şeyin daha yapılması lazım: Birincisi, Doğu Akdeniz’deki arama ve sondaj faaliyetlerini hedefe ulaşana kadar artırarak sürdürmek. Gerekirse yabancı ortaklarla konsorsiyum oluşturmak. İkincisi ise Doğu Akdeniz’deki tüm ekonomik hak ve menfaatlerimizi teminat altına alacak yasal düzenlemeleri geciktirmeden yapmak.
Normalleşme hedefinin üçüncü saiki ise ABD ile ilişkilerin tekrar rayına oturtulması niyeti. İki devlet başkanının geçtiğimiz yıl yaptığı görüşmelerde, Türkiye ile ABD arasında diyalog mekanizmalarının kurulması kararlaştırılmıştı. Türkiye 2021’in son günlerinde ABD’ye bir diplomatik kâğıt yollayarak, bu mekanizmanın ne şekilde kurgulanacağına dair kendi önerilerini sunmuştu. Şimdi Amerikan tarafının buna karşılık vermesini ve heyetler arasındaki görüşmelerin gecikmeden başlamasını bekliyoruz. Lakin bir gerçek var ki, ağır yara almış olan Türk-Amerikan ilişkilerinin düzelmesi o kadar kolay olmayacak. Bu noktada Türkiye, bazı ülkelerle ilişkilerini normalleştirmek suretiyle onların ABD’deki lobilerinden yararlanmayı, en azından bu lobilerin Türkiye aleyhtarı kampanyalara olan desteklerini azaltmalarını temin etmeyi hedefliyor. İsrail lobisinin Türkiye’nin aleyhine çalıştığı bir dönemde ABD’de Türkiye lehine sonuçlar elde edilmesinin zorluğu ortada. Keza Suudi Arabistan ve BAE’nin tuttuğu lobi firmalarının Türkiye karşıtı çalışmalarının da önüne geçilmek isteniyor.
Türk dış politikası uzmanlarının bir bölümü normalleşme “radarında” Avrupa Birliği’nin de olduğunu söylüyorlar. En son başlığın Haziran 2016’da açıldığı müzakere sürecinin 2022’de yeniden başlaması pek mümkün değil. Ankara istese de, AB’nin “normalleşmeye” gayet mesafeli durduğu açık. Önce AB’nin lokomotifi Almanya’nın yeni hükûmetinin Türkiye’ye nasıl baktığını görmemiz lazım. Şansölye’nin 2022’nin ilk aylarında gerçeklemesi planlanan ziyaretinde işin rengi anlaşılır.
Normalleşme demişken, 2022’de Suriye ile başlatılabilecek bir diyaloğun, başta Türkiye’deki Suriyelilerin memleketlerine dönüşünün kolaylaşması ve Suriye’nin kuzeyindeki PKK yapılanmasının etkisizleştirilmesi olmak üzere önemli sonuçları olabileceğini de unutmamak gerekir.
Tüm normalleşmelerin bir yıla sığması elbette imkânsız. Ama görünen o ki, 2022’nin Türk dış politikası söyleminde “düşmanların sayısını azaltma, dostların sayısını artırma” yaklaşımı yeniden popüler hâle gelecek.