Geçen pazar yazımda Mısır ve İsrail ile “yumuşamanın” yakın olduğunu yazmıştım. Hafta içinde Türkiye ile Ermenistan’ın karşılıklı olarak özel temsilci atayacakları ve bazı konuları görüşmeye başlayacakları açıklandı. Türkiye’yi 1915’te soykırım yapmakla itham eden, Türk diplomatlarını hunharca şehit eden terörist katillere kahraman payesi veren ve anayasasında yurdumuzun bir bölümünü kendi sınırları içinde sayan bir ülke ile “normalleşme” süreci başlatabildiğimize göre, en azından bizim topraklarımızda gözü olmayan Mısır ve İsrail’le haydi haydi normalleşiriz diye düşünüyorum. 2022’de bu iki ülkeyle de diplomasi alanında önemli mesafeler katedeceğimize inanıyorum.
Diğer taraftan batıdaki komşularımızdan Yunanistan’ın ardı ardına attığı adımlar, niyeti hakkında düşünmemize yol açıyor. Fransa’dan satın aldıklarının üzerine ABD’den de üst düzey teknolojiyle donatılmış savaş gemileri alması, Dedeağaç ve Girit’te ABD’ye sağladığı askerî imkânlar karşılığında F-35 programında elde ettiği kazanımlar şüphelerimizi artırıyor. Tabii ki, Yunanistan Türkiye’ye saldırmaya hazırlanmıyor. Yunanlılar, o çok endişe ettikleri Atilla’dan kendilerini korumak için silahlandıklarını iddia ediyorlar. “Bizim Yunanistan’a saldırmaya niyetimiz yok ki. Nereden çıktı bu savunma pozisyonu?” diye sorabilirsiniz. Bir an için şöyle bir senaryoyu düşünün:
Yunanistan’ın kara sularını ani bir kararla 12 mile çıkardığını farz edin. Fransa başta olmak üzere AB üyesi birkaç ülke ve ABD de, Yunanistan’ın 1982 Birleşmiş Milletler Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre böyle bir hakkı olduğunu belirterek, Atina yönetimine destek verecek olsunlar. Ankara böyle bir durumda ne yapacağını zaten 25 yıl önce aldığı Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile tüm dünyaya ilan etmişti. Yunanistan’ın kara sularını değil 12 mile, 6 milin bir santim ötesine taşıması Türkiye açısından “savaş sebebi” olarak belirlenmişti.
İşte Yunanistan’ın hızla ve aşırı miktarda silahlanarak yapmaya çalıştığı, bir gün bu çılgın adımı attığında Türkiye’nin askerî müdahalesini caydırabilmek. Hâlihazırda Türkiye’nin Yunanistan’a karşı üstünlüğü su götürmez bir gerçek. Ama bizim F-35 programının dışında bırakıldığımız ve deniz silahları konusunda Yunanistan’ın gerisine düşmeye başladığımız bir durumda Atina’nın Ege’de önce dengeyi yakalaması, sonra da üstün duruma geçmesi ihtimal dâhilinde.
Bugüne kadar hiçbir somut sonuç alınmasa da istikşafi görüşmelerin uzamasının işimize yaradığını, bu sayede Yunanistan’ın statükoyu bozacak bir adım atmasının engellendiğini düşünmüştüm. Hiç olmazsa, 1996’daki Kardak krizinde olduğu gibi iki NATO üyesinin bir kez daha savaşın eşiğine gelmesinin önüne geçildiği kanaatindeydim. Fakat Türkiye’nin AB üyelik sürecinin kâğıt üzerinde dahi anlamını kaybettiği ve ABD’nin Yunanistan ve Türkiye ile askerî ilişkilerinde “7 / 10 oranının” bile anlamsızlaştığı bir dönemde artık böyle düşünmüyorum. Yunanistan Türkiye’ye karşı zaman kazanıyor ve kendi pozisyonunu tahkim etmenin ötesinde, Ege’de 12 mil kara suyu ilan etmenin altyapısını hazırlıyor. Yunanistan göstere göstere bu yöne doğru hareketlenmiş durumda. O hâlde Atina’yı caydırmak lazım.
Mavi Vatan konsepti Yunanistan’ın tek başına Ege’de ve GKRY ile birlikte Doğu Akdeniz’de kurmaya çalıştığı oyunu bozmak için geliştirildi. Bu konsept üç adımın atılmasıyla daha da güçlenecektir. 1- Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge’nin ilan edilmesi. 2- Mısır ve İsrail ile Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırma anlaşmaları için görüşmelere başlanması. 3- Türkiye ve KKTC’nin ruhsat sahalarında, uluslararası şirketlerin de dâhil olacağı konsorsiyumlara hidrokarbon arama ve çıkarma ruhsatlarının verilmesi.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de atacağı adımlar, Yunanistan’ın Ege’yi de içerecek şekilde “geniş Doğu Akdeniz” alanındaki hukuksuz eylemlerini etkisizleştireceği gibi, geçtiğimiz haftalarda şahit olduğumuz bölgedeki balıkçılara müdahale etmek yoluyla Türkiye’nin deniz yetki alanında egemenlik iddiası içine giren AB’yi de daha sağduyulu davranmaya sevk edecektir.
Yunanistan’ın ABD ile kurduğu yeni nesil ittifak ilişkisinin Türkiye açısından olumsuz neticeler doğurabileceği açıktır. Türkiye’nin Ermenistan’la başlatmakta olduğu normalleşme sürecinin ve İsrail’le muhtemelen açılacak yeni sayfanın, Türk-Amerikan ilişkilerine getirebilecekleri açısından da değerlendirilmesi gerekir.