ABD, Türkiye’yi CAATSA kapsamına sokarak F-35 programından çıkardı. Türkiye’nin bu programa tekrar dâhil edilmesi yakın gelecekte mümkün değil. Çünkü hem yönetim hem de Kongre Türkiye’ye mesafeli. Ankara S-400’lerden vazgeçmedikçe, F-35’lerin verilmeyeceği vurgulanıyor. Türkiye’nin projeye katılım için verdiği 1,4 milyar doların ne olacağı ise geçen haftanın önemli tartışma konularından biri oldu.
Amerikan tarafının, Türkiye’nin 1,4 milyar dolarlık alacağı karşılığında yeni versiyon F-16 uçaklarını vermeyi ve Türkiye’nin elindeki F-16’ları modernize etmeyi önerdiği basına yansıdı. ABD’nin yetkili kurumları bu iddiayı yalanlayacak bir açıklama da yapmadılar. Dolayısıyla, F-35 parası yerine F-16 verilmesi konusunun Biden yönetiminde yer alan birileri tarafından Ankara’daki muhataplarına aktarılmış olduğuna şüphe yok. Peki bu mümkün olur mu?
Benim cevabım net bir “hayır”. Zira ABD kanunlarına göre 50 milyon dolarlık her türlü silah ihracatı için Temsilciler Meclisi’nin onayının alınması gerekiyor. Yani Biden yönetimi içinden birileri ABD silah firmalarına para kazandırmak için yurt dışında çok iyi müşteriler bulsa bile, Temsilciler Meclisi pekâlâ bu satış sürecine taş koyabilir, ya da en iyi ihtimalle satışı şarta bağlayabilir. Türk-Amerikan ilişkileri tarihinde geçmişte bunun örneklerini çok gördük. Bugün yönetim istekli görülse bile Kongre engelinin aşılması söz konusu değil.
Ankara şayet parasını geri almak istiyorsa, 1,4 milyar doları silah olarak değil ama başka şekillerde talep edebilir. Mesela ABD devletine olan çeşitli borçlardan bu miktar silinebilir. Ama Ankara parasını değil de Türk Hava Kuvvetleri için acilen gerekli olan uçakları almak istiyorsa, onun yolu ABD siyasetinin kurallarına uygun hareket etmekten geçiyor. “Roma’da Romalı gibi davranmak lazım” sözü çağımızın Roma İmparatorluğu olma iddiasındaki ABD için de geçerli.
ABD’ye bir şeyi kabul ettirmenin üç şartı var:
1-ABD için vazgeçilmez olmak. ABD’nin küresel stratejik planlarında hayati önemi haiz bir pozisyonda bulunmak.
2-ABD Başkanının iç siyasi hedeflerinin gerçekleşmesi -bir sonraki seçimi kazanması- için uluslararası alandaki tutumuyla katkı vermesi gereken bir ülke durumunda olmak.
3-ABD yürütme ve yasama kuvvetleri üzerinde etkili olan baskı-çıkar grupları ve lobiler açısından büyük öneme sahip bir ülke olmak.
Bu üç şarttan biri bile varsa, bir ülkenin Vashington’dan istediklerini elde etmesi kolaylaşır. Türkiye açısından bu şartları, geriden başlayarak, değerlendirelim.
Parasını ödeyerek istihdam ettiği ticari lobi firmaları dışında, Vashington’da Ankara için çalışan kimse kalmadı. Bir avuç Türk kökenli ABD vatandaşı bölük pörçük durumda ve kayda değer hiçbir siyasi etkileri yok. Karşı cephe ise, Ermeni lobisinden FETÖ’ye kadar birçok unsuru içeriyor. Türkiye düşmanları son derece koordineli hareket ediyorlar. Böyle olunca da yürütmede ve yasamada Türkiye’ye müzahir olmak, linç edilmek için yeterli sebep sayılıyor.
ABD Başkanının siyasi hedeflerinin baş sıralarında salgınla ve ekonomik krizle mücadele geliyor. Tuhaf ama Biden ile özdeşleşmiş bir dış politika hedefi yok. Çin ya da İran konusunda Biden’ın ne yapmak istediği belli değil. Ama demokrasi ve insan hakları konusu hem Biden’ın hem de mensubu olduğu Demokrat Partinin geleneksel öncelikleri arasında yer alıyor. Bu konuda “başka ülkelerin içişlerine karışmama” gibi bir çekinceleri de yok. Zaten ABD büyükelçiliğinin geçen hafta Türk yargısına doğrudan müdahale etme pervasızlığı da bu tutumun parçası. Dolayısıyla Biden’ın siyaseti için Türkiye büyük bir anlam taşımıyor. Hatırlayalım, Obama kendisini ziyaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “bu kentte benden başka dostunuz yok” demişti. Biden bunu bile demiyor.
Son olarak ABD’nin grand stratejisinde Türkiye’nin yerine bakarsak, diğer iki maddeden farklı olarak Türkiye ile yakın iş birliğinin hâlen önde gelen bir ihtiyaç olduğu görülüyor. Zira ABD’nin küresel çaptaki en önemli hedefi Çin’i etkisizleştirmek ise, Avrasya-Afroasya ekseninde Çin’i durdurmak için Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ülkelerle ittifak ilişkilerini sağlamlaştırmak ABD’nin işine gelir. Fakat diğer iki maddedeki olumsuzluklar o kadar fazla ki, ABD’nin temel stratejisinde bile Türkiye’nin yerini gölgeliyorlar. Türkiye’ye dair bir stratejik körlük oluşmasına yol açıyorlar.
Türk-Amerikan ilişkilerinin son 10 yılını incelediğimde görüyorum ki, “kompartıman diplomasisini” sürdürebilmek için evvela treni rayda tutmak gerek. Onun için de yukarıdaki üç şartın her biri için ayrı ayrı çalışmak lazım.