ABD dış politikasını kimin idare ettiğine, dahası ortada bir ABD dış politikası olup olmadığına dair derin şüphelerim var. Koltuğa gelişinin üzerinden 9 ay geçmiş olmasına rağmen ABD Başkanı Joseph R. Biden Jr., henüz dış politikaya nasıl bir istikamet kazandıracağını gösteremedi.
Hâlbuki koltuğa oturur oturmaz yaptığı açıklamalar ve imzaladığı kararnameler ile Trump döneminin bittiği ve “Üçüncü Obama döneminin başladığı” yorumlarının yapılmasına sebep olmuştu. Geride bıraktığımız döneme baktığımızda akılda kalan tek çarpıcı gelişme Amerikan askerlerinin Afganistan’dan apar topar çekilmesiydi. Onun da kararı Trump döneminde alınmıştı. Ortaya çıkan kaos durumunun faturası ise Biden’a kesildi.
Başkan’ın popülaritesi, daha önce hiçbir başkan döneminde olmadığı kadar hızlı düşüyor. ABD’nin haâlâ bir numaralı siyasi gündem maddesi Covid-19 salgınıyla mücadele. Aşıların bulunmasına ve aşılanma oranının yüksekliğine rağmen pandeminin bitirilememesinin faturası da Biden’a kesiliyor. Diğer yanan ekonomideki durgunluk ve bir türlü aşılamayan ABD’nin borç krizi büyük polemiklere yol açıyor.
Daha 1 yıl olmasına rağmen gelecek yıl yapılacak ara seçimlerde Biden’ın Kongre’nin her iki kanadında da ağır bir mağlubiyet alacağı ve iktidardaki son iki yılını “topal ördek” konumunda geçireceği yorumları yapılıyor. Elbette sağlık sebebiyle daha erken görevi terk etmek durumunda kalmazsa.
Kendi başkanlarının durumundan mütevellit siyasi başıboşluğu görmezden gelen bazı Amerikalı siyasi analizcilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlığını tartışmaya açma çabaları çok yersiz ve gereksiz. Türk-Amerikan ilişkilerinde geçmişte çok kötü dönemler yaşadık. Ama hiçbir dönemde Amerikalı sözde Türkiye uzmanları bugünkü kadar sığ ve tutarsız yorumlar yapmamışlardı. Her cümlesinden pespayelik akan bu türden yorumların bireysel zaaflardan kaynakladığını düşünmek mümkün değil. Maalesef Washington’da Türkiye’yi ve
Erdoğan’ı suçlama modası almış yürümüş. Öyle ki, bu rüzgâra uymayanı derhal aforoz eden yobaz bir kitle var.
Söz konusu bağnazlığın son halkasına geçen perşembe günü şahit olduk. Başkan Biden, Suriye’deki “acil durumun devamı”yla ilgili aldığı kararı mutad olduğu üzere Senato ve Temsilciler Meclisi başkanlarına bir mektupla bildirdi. Mutad olmayan ise bu mektubun muhtevasında
Türkiye için kullandığı ifadelerdi.
ABD Başkanı Biden, NATO müttefiki Türkiye’yi Suriye’nin kuzeyine saldırarak DEAŞ’la mücadeleyi zayıflatmakla itham etmekte dahası bu şekilde “ABD’nin ulusal güvenliğine tehdit durumu” oluşturduğunu iddia etmekteydi.
Altında “Joseph R. Biden Jr.” imzası olmasa, bu cümleleri ABD Kongresindeki azılı Türkiye düşmanı Menendez’in yazdığını düşünebilirdik.
Ama ifadenin sahibi Biden. O zaman sormalıyız? İki ay evvel Brüksel’de Erdoğan ile görüşerek Türkiye’den Afganistan’daki Kabil Havaalanının korunması için katkı sunmasını rica eden Biden mı bu? Ya da 15 gün sonra yapılacak Roma’daki G-20 zirvesinde yine Erdoğan ile baş başa görüşmek istediği Beyaz Saray tarafından açıklanan Biden mı? Müttefik bir ülke olduğunu düşündüğünüz, başkanı ile bir yıl içinde iki kez yüz yüze görüştüğünüz ve dahası 2022’nin ilk yarısında ziyaret etmeyi planladığınız bir ülke için bu ifadeleri kullanır mısınız? Burada bir tuhaflık var.
Ya Biden altına imza attığı bu mektubu hiç okumamış, ya da Brüksel’de Erdoğan’la yaptığı görüşmede söylediklerini unutuvermiş. Her iki durumda da, ABD’de devlet yönetiminde ciddi bir zaafın olduğu söylenebilir. Birinci durum geçerliyse, demek ki ABD dış politikasının dümeninde Biden yok. İkinci durum geçerliyse, demek ki başkanın zihinsel sağlık durumuyla ilgili Trump’ın dile getirdikleri doğru.
Bizim gözlediklerimizi elbette Moskova ve Beijing de görüyordur. Hâlen küresel lider pozisyonundaki bir ülkede ortaya çıkan bu yönetim zaafının derinleşmesi tüm dengeleri altüst eder. Bu saatten sonra Biden’ın Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğine herhangi bir katkı yapabileceğini sanmıyorum. Zaten belki de Kamala Harris’in başkanlığında ilişkilerin nasıl şekilleneceğini konuşmanın zamanı artık geldi.