Filistin’i tarihten koparmak (02.02.2020) Türkiye Gazetesi

ABD Başkanı Trump’ın İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte Washington’da açıkladığı sözde barış planı Filistin meselesine dair bugüne kadar var olan tüm müktesebatı sıfırlamak ve güya yepyeni bir anlayışla, İsrail ve Filistin için “refah dolu bir gelecek” inşa etme iddiasını taşıyor. O “yepyeni anlayış” üç temel iddiaya dayanıyor.

1- İsrail’in güvenliğini tam teminat altına almayan hiçbir anlaşma hayatta kalamaz.

2- Kudüs’ün, İsrail’in başkenti olması ve İsrail egemenliği altında bulunması zorunludur.

3- Filistinli mülteciler için en iyi çözüm, hâlen bulundukları ülkelerin nüfuslarıyla bütünleşmeleridir.

Sözde barış planını Başkan Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner ile onun yardımcısı Avi Berkowitz hazırladılar. Beyaz Saray’da iş verdiği 30 yaşındaki Berkowitz’le plan konusunda hazırlık yaparken Kushner, her şeyden önce “tarihten boşandıklarını” söylüyor. Anlaşılan işin sırrı burada! Filistin meselesini çözmek için önce konuyu tarihsel bağlamından çıkarmak, köksüzleştirmek, Filistinlilerin geçmişten gelen tüm hak iddialarına kulak tıkamak gerekiyormuş.

Planı hazırlayanlar, Filistinlilerin tarihe dayalı hak iddialarını sıfırlamalarını istiyorlar da, Kudüs’ün bir bütün olarak İsrail’in başkenti olarak tanınması gerektiğini vurgularken, nedense tarihe ve Yahudi geleneğinde Kudüs’ün yerine atıf yapmaktan kaçınmıyorlar. Bakın planda Kudüs’le ilgili neler yazmışlar Kushner ve Berkowitz:

“Musevilikte, Kudüs Tapınak Dağı’nın bulunduğu yerdir. Kudüs Yahudi geleneğine göre İbrahim’in oğlu İshak’ı, Tanrı müdahale etmeseydi neredeyse kurban edeceği yerdir. Yüzyıllar sonra Kral Davud İsrail’in 12 kabilesini birleştirdiğinde Kudüs Yahudi halkının siyasi merkezi hâline gelmiştir. Şehir Yahudi halkının başkenti ve ruhani merkezi olmuş ve 3000 yıl boyunca öyle kalmıştır. Kral Davud’un oğlu Kral Süleyman ilk tapınağı Tapınak Dağı’nda inşa etmiştir. Yahudi geleneğine göre, Tapınak’ın içinde, ‘kutsalların kutsalının” derununda Musa’ya Tanrı’nın Sina Dağı’nda ilettiği, ‘On Emir’in orijinali saklanmaktadır. İlk Tapınak, MÖ 586’da Babilliler tarafından yıkılmıştır. İkinci Tapınak aynı yere inşa edilmiş ama o da MS 70’te Romalılar tarafından tahrip edilmiştir. Fakat Kudüs Yahudi halkı için kutsallığını hiçbir zaman kaybetmemiştir. Kudüs dünyadaki tüm Yahudilerin ibadet ederken yüzlerini döndükleri istikamet ve Yahudilerin hac mekânıdır. Her ne kadar Yahudiler bugün ikinci Tapınak’tan geriye kalan Batı Duvarı’nda ibadet ediyorlarsa da, Tapınak Dağı’nın kendisi Musevilikte en kutsal mekândır. Tevrat’ta Kudüs’e 700 civarında atıf vardır. 100 kuşaktır Yahudilerin ümitleri ve rüyaları, ‘gelecek yıl Kudüs’te’ kelimeleriyle ifade edilmiştir.”

Bu paragrafın hemen ardından, Hıristiyanlık açısından Kudüs’ün öneminden bahsediliyor. İslam açısından Kudüs’ün neden önemli olduğu anlatılırken, Kur’ân-ı kerimdeki İsra suresine atıf yapılıyor, Mirac’tan bahsediliyor, Kudüs’ün Müslümanların ilk kıblesi olduğu ifade ediliyor. Şam’daki Emevi halifelerinin, Mekke kendi kontrolleri altında değilken Kudüs’ü alternatif bir ‘hac’ merkezi olarak tanımladıkları yazılıyor. Günümüzde Kudüs’ün İslam’ın üçüncü kutsal mekânı olduğu vurgulanıyor.

“Tarihi unutalım” diyerek yola çıkan ama Kudüs’ün neden üç din için kutsal olduğunu anlatırken, ister istemez tarihe atıf yapmak durumunda kalan Kushner ve Berkowitz bunu yaparken bile Filistinlileri yok sayıyorlar.

Bahsettiğim paragraflara dikkatlice bakarsanız, Kudüs’ün Yahudiler için önemi sadece dinî hususlarla izah edilmiyor. Şehrin binlerce yıldır sadece Yahudilerin yaşadığı, onların başkenti, dinî ve siyasi merkezi olduğu vurgusu yapılıyor. Filistin’de tarihte Yahudilerden başka bir halk olmadığı algısı oluşturuluyor. Şehrin Müslümanlar için önemi ise, tarihte Filistin’de ve Kudüs’te yaşayan Filistinlilerden hiç bahsedilmeden, sadece dinî açıdan izah ediliyor. Böyle olunca da, Kudüs Filistinliler için bir vatan parçası (ya da başkent) değil -zaten plana göre İsrail makamlarının denetiminde istedikleri zaman gidip ibadet edebilecekleri mekânların bulunduğu- bir kutsal alan olarak nitelenmiş oluyor.

Hâlbuki, Filistinlilerin ataları olan ve Filistin’e ismini vermiş olan ‘Filisti halkı’nın, Yahudilerden de önce MÖ 1200 yıllarında bu bölgeye gelip yerleşmiş oldukları tüm antik tarih belgelerinde yer alıyor. Asurlular bu halka “Palastu” diyorlardı. İbranca belgelerde ise isimleri “Pelistim” olarak geçiyor. Eski Ahit’in Tekvin ve Çıkış bölümlerinde birçok âyette ‘Filisti halkı’ndan söz ediliyor. Dinler tarihi ile ilgilenenler, Yahudi-Hıristiyan geleneğinde ‘Filisti halkı’nın, “Vadedilmiş toprakların Yahudi olmayan halkı” olarak tanımlandığını yazıyorlar. Yani bu anlayışa göre, Filistin vadedilmiş topraklar ise, bu alan sadece Yahudilere değil, zaten orada yaşamakta olan ‘Filisti halkı’na da vadedilmişti. Babil sürgünü esnasında “seçilmiş halk” inanışının Yahudiler arasında yaygınlaşmasıyla, ‘Filisti halkı’ bilinçli olarak bu kapsam dışına çıkarıldı ve “Arz-ı Mevud” sadece Yahudilere vadedilmiş bir bölge olarak tanımlanmaya başladı.

Birçok açıdan problemli ve kendi içinde de tutarsızlıklar ihtiva eden bu sözde barış planının, Filistin’e kalıcı bir huzur ve istikrar getirmesi mümkün değil. Yine de, Trump yönetimi bu kara senaryoyu, Arap müttefiklerinin de desteğiyle uygulamaya koymaya kararlı.

 
  •