İsrail seçimleri yaklaşırken, Başbakan Binyamin Netanyahu ABD Başkanı Donald Trump’ın davetlisi olarak salı günü Washington’a gidiyor. Beyaz Saray, Trump-Netanyahu görüşmesinde “Yüzyılın Anlaşması” olarak nitelendirilen planın açıklanacağını ilan etti. 2019 yılı içinde birkaç kez gündeme gelen ve her defasında ertelenen plan hakkında basına sızanlara bakılırsa, Filistin meselesi, Filistinlilerin vatansızlaştırılmasıyla çözülecek(miş)!
Netanyahu ve en büyük rakibi Mavi-Beyaz İttifakı lideri Gantz, sağ seçmenin oyunu alabilmek için Filistin toprakları üzerinde neredeyse bir açık artırmaya girişmiş durumdalar. Trump’ın güçlü desteğini alan Netanyahu 2019’da, ABD’nin Golan tepelerinin İsrail tarafından ilhakının tanınması, Filistin topraklarındaki yasa dışı Yahudi yerleşimlerinin ABD tarafından meşru görülmesi gibi “önemli başarılar” elde etmişti. Netanyahu şimdi Batı Şeria’da yeni Yahudi yerleşimlerinin kurulmasından ve Ürdün Vadisi’nin İsrail tarafından ilhak edilmesinden söz ediyor. Rakibi Gantz’ın buna karşı çıkmasını beklersiniz değil mi? Tam tersi. Gantz da ilhakın mutlaka gerçekleşmesi gerektiğini söylüyor.
İsrail başbakanlığının her iki güçlü adayı da seçmenlerine “ilhak” vadettiğine göre, kimin ilhak planının ABD tarafından destekleneceği daha önemli hâle geliyor. Bu noktada Netanyahu, Beyaz Saray’da Trump’tan kendi planına ve ötesine destek isteyecek. Trump kısa ve orta vadede iki hedefe kilitlenmiş durumda. Kısa vadede, en geç 4 Şubat’a kadar Senato’daki azil davasının lehine sonuçlanmasını istiyor. Orta vadedeki hedefi ise kasım ayındaki başkanlık seçimini kazanmak. Her ikisi için de Musevi lobisinin kritik önem taşıdığının farkında. Bir yanda, Başkan Yardımcısı Pence üzerinden Evanjeliklerin, diğer yanda damadı Kushner üzerinden Musevilerin desteğini aldığı zaman yeniden başkan seçilmesinin önünde hiçbir engel olmayacağına inanıyor. Haklı da. Bu noktada ne Filistinliler umurunda Trump’ın ne de Filistin meselesinin hukuki boyutu.
Başkan Trump’ın damadı Jared Kushner ve onun yardımcısı Avi Berkowitz tarafından hazırlanan sözde ‘Yüzyılın Anlaşması’ taslağının muhtevası bugüne kadar resmen açıklanmadı. Ama bazı bölümler 2019 içinde basına sızdırılarak, uluslararası kamuoyunun ve özellikle Arapların yaklaşımı test edildi. Bu yöntem 2004’te Büyük Orta Doğu Projesi hazırlanırken de kullanılmıştı. Filistin lideri Mahmut Abbas’ın ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birkaç ülkenin net itirazları dışında, Arap dünyasından sözde Yüzyılın Anlaşmasına dişe dokunur bir itiraz gelmedi.
Zaten Suudi Arabistan ve BAE, İsrail’le neredeyse balayı yaşıyor. Sisi Paşa, iktidarının ABD ve İsrail’le iyi geçinmeye bağlı olduğunu bildiğinden Mısır susuyor. Irak kendi derdine düşmüş; Filistin davasına kafa yoracak durumları yok. Golan tepelerinin ilhakının ABD tarafından tanınmasına bile direnemeyen Suriye’nin parmağını kımıldatması mümkün değil. Süleymani suikastı ve Ukrayna uçağının düşürülmesinden sonra iç karışıklıklar yaşayan İran’ın Filistin meselesine bir etkisi söz konusu olamaz. Avrupa Birliği Brexit’le uğraşıyor. Rusya bugüne kadar Filistin konusuna hiç doğrudan dâhil olmadı. Zaten İsrail nüfusunun beşte birini oluşturan eski SSCB Yahudilerinin büyük bölümü İsrail’in genişlemesinden yana olduğundan, Rusya’yı perde gerisinden yöneten St. Petersburg Yahudileri plana el altından destek veriyor. Hülasa Filistinlilerin sözde ‘Yüzyılın Anlaşması’na bir oldu-bitti ile mecbur bırakılması için uluslararası iklim da fazlasıyla müsait.
Basına sızanlar doğruysa sözde anlaşma, iki devletli çözümü reddediyor, birleşik Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyor, yasa dışı Yahudi yerleşimlerini yasallaştırıyor, Batı Şeria’da İsrail’in egemenlik haklarını tesis ediyor, 1948’den bu yana göç etmiş Filistinlilerin geri dönüşüne dair hiçbir düzenleme getirmiyor. Yani bu plan, 1993’teki Oslo Anlaşmalarından bu yana Filistinlilerin elde ettiği tüm kazanımları yok etmekle kalmayıp, 1967’den bu yana Birleşmiş Milletler çerçevesinde oluşan Filistin hukuki çerçevesini de hiçe sayıyor.
Biraz uluslararası hukuk bilen herkes Yüzyılın Anlaşması olarak takdim edilen planın meşruiyetten mahrum olduğunu söyleyebilir. Lakin Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması, Golan tepelerinin ilhakının ve Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinin tanınması gibi konular da meşruiyetten uzaktı. ABD uluslararası hukuku bir kenara bırakarak bu adımları attı. Başka devletlerin ilk andaki itirazlarına rağmen bu üç husus da giderek “normal” gibi addedilme sürecine girdi. Arap yönetimlerinin büyük bölümünün bu konuyla artık eskisi kadar ilgilenmemesi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Filistin meselesinde retoriğin ötesine geçememesi gibi iki gerçek var.
Yine de Filistin halkının haklarını hiçe sayan adımlar, hele Kudüs’ün statüsünün İsrail lehine tescil edilmesi teşebbüsleri, belki Arap devletlerinin yönetimlerinde değil ama halk düzeyinde tepkiyle karşılanıyor. Diğer taraftan, Trump ve Netanyahu bir plan üzerinde anlaştı diye, Batı Şeria’da 3 milyon, Gazze şeridinde 2 milyon, İsrail’de 1,8 milyon Filistinlinin Kudüs başkent olacak şekilde kendi devletlerine sahip olma hayallerini tamamen bir yana bırakacakları düşünülemez.