Libya konusu bugün Berlin’de yapılacak toplantıda ele alınacak. Daha önce beş kez yapılan hazırlık toplantılarında taraflar arasında ateşkesin sağlanması, silah ambargosunun uygulanması, iki taraftan eşit sayıda üyeden oluşacak bir askerî komisyonun kurulması ve siyasi diyaloğun yürütülebilmesi için 40 kişilik bir komisyonun teşkil edilmesi hususlarında büyük ölçüde anlaşmaya varılmıştı. Fakat Hafter’in Trablus’a yürümeye devam etmesi ve Moskova’daki görüşmeleri, ateşkes anlaşmasına imza atmadan terk etmiş olması, Berlin toplantısını çok daha önemli hâle getirdi.
Toplantıya ev sahibeliği yapan Almanya Şansölyesi Angela Merkel; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Çin, Fransa, İngiltere, İtalya, Kongo, Mısır ve Rusya temsilcilerini ağırlayacak. Ayrıca Birleşmiş Millletler, Afrika Birliği ve Arap Birliği de kurum olarak Berlin toplantısında yer alacaklar. BM tarafından tanınan Libya’nın meşru hükûmetinin başkanı Fayez el-Serrac ve Halife Hafter’in toplantıya katılıp katılmayacakları -bu yazı kaleme alınırken- netleşmemişti.
Katılımcılar arasında, bugüne kadarki açıklama ve tutumlarıyla kimin yanında yer aldıkları belli olan altı ülke bulunuyor. Türkiye, meşru Libya hükûmetine en güçlü desteği veren ülke. Aynı derecede ifade etmeseler de, Cezayir ve İtalya da Sarrac’ı destekler bir görüntü çiziyorlar. Hafter’in en büyük iki destekçisi ise Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır. Bu iki ülkeye Fransa da son dönemdeki açıklamalarıyla eklenmiş durumda. ABD ve Çin bugüne kadar herhangi bir tarafa daha yakın olduğunu ilan etmedi.
Türkiye’nin Serrac’a verdiği desteğin iki temel sebebi var. Birincisi, Trablus’ta kurulu hükûmetin Birleşmiş Milletler tarafından tanınmış, meşruiyeti herhangi bir tartışma götürmeyen yönetim oluşu. İkinci sebep ise, Türkiye’nin Akdeniz’deki deniz yetki alanının güneybatı sınırının 27 Kasım 2019’da Serrac ile imzalanan mutabakat muhtırasıyla kesinlik kazanması. Devletlerin kendi iç hukuk mekanizmalarına göre yürürlüğe sokmuş oldukları anlaşmalar, hükûmet değişikliklerinden bağımsız olarak varlıklarını sürdürür ama Hafter’in yönetimi ele geçirmesi durumunda söz konusu anlaşmayı iptal edeceğini defalarca ilan ettiğini de göz ardı edemeyiz. Zaten Yunanistan’ın Hafter’e duymaya başladığı olağanüstü sempatinin gerisinde, Serrac’ın devrilmesi ve Türkiye ile anlaşmanın iptal edilmesi yönünde bir beklenti olduğu aşikâr.
Berlin’de masaya oturanların hepsi çok iyi biliyor ki, Türkiye’nin “evet” demediği hiçbir kararın alınmasına imkân yok. Türkiye, Doğu Akdeniz’deki millî menfaatlerinin taşıdığı hayati önemi gözeterek, meşru hükûmetin BM tarafından tanınmaya devam edileceği bir formülle, BM şemsiyesi altında müzakerelerin devamından yana olduğunu, Hafter’in Moskova’da ateşkes imzalamaktan kaçan taraf olduğunun kayıtlara geçmesi gerektiğini belirtecek.
Masada AB’nin de tüm üyeleri temsilen yer alacağı gerekçesiyle Berlin toplantısı için Yunanistan’a ayrı bir davetiye gitmedi ama 27 Kasım’dan bu yana Yunanistan Dışişleri Bakanı ve Başbakanı Hafter’le en az iki görüşme yaparak konuya olan ilgilerini ortaya koydular. Yunanistan ayrıca Almanya, Fransa ve İtalya ile ayrı ayrı görüşerek, Berlin’de Türkiye-Libya anlaşmasını geçersiz kılacak bir sonuç elde edilmesini talep etti.
Almanya ve İtalya, Libya konusuyla ilgilenirken Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’e dair itirazlarından ziyade, göç meselesini dikkate alıyor. Libya’nın bir an önce huzur ve istikrara kavuşması, kuzey Afrika’dan yoğun göç alan İtalya için hayati bir önem taşıyor. Almanya da İtalya’ya geçen göçmenlerin büyük bölümünün kendisine gelmek için yollarına devam ettiklerini bildiğinden Libya’da silahların susmasını arzu ediyor. Her iki ülke de Libya’nın enerji kaynaklarının Avrupa için öneminin farkında ve petrolün çıkarılması ve nakli konusuyla da ilgileniyorlar. Bu ikisinden farklı olarak bir diğer AB ülkesi Fransa, Hafter’in arkasında yer almasını, “uluslararası köktenci terörle mücadeleye destek” ile izaha çalışıyor. Hafter’in Libya’da El-Kaide ve DEAŞ’a karşı savaş veren, Batı yanlısı bir “ulusal lider” olarak tanımlayan Fransa Berlin’de de bu tavrını sürdürecek. Fransa’nın, Muammer Kaddafi’nin devrilmesiyle sonuçlanan saldırıyı başlatan ve bir oldu-bitti ile meseleyi NATO’nun kucağına bırakan devlet olduğunu, Kaddafi’nin devrilmesinden sonra da Libya’nın enerji kaynaklarıyla yakından ilgilendiğini akıldan çıkarmayalım.
Rusya’nın Libya konusuna duhul etmesi ise iki sebebe dayanıyor. Birincisi, Moskova Kaddafi’ye karşı yürütülen NATO operasyonunun, BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya’nın muhalefetine rağmen yapılmış olmasının bir manada psikolojik rövanşını alıyor. İkincisi, Suriye’deki askerî varlığını tahkim ederken, bir başka noktada daha varlık göstererek, üç yüz yıldır “inmeye” çalıştığı Akdeniz’de kalıcı hâle gelmeye çalışıyor. Moskova’da imza atmadan masayı terk etmesine tepki göstermiş olsa bile Rusya’nın Hafter’den kolay kolay vazgeçmeyeceği anlaşılıyor. Her ne kadar, özel sektör olarak nitelense de Libya’daki Rus askerî şirketlerinin Kremlin’in bilgisi ve yönlendirmesi dışında bir adım atmayacakları su götürmez bir gerçek.
Son olarak BAE ve Mısır en başından itibaren yaptıkları gibi, Hafter’i hem mali hem de askerî olarak desteklemeye devam edecekler. BAE, Suudi Arabistan ile tam bir dayanışma içinde Libya’da da Mısır’daki gibi bir yönetim gelmesini arzu ediyor. Mısır’da Sisi iktidarının finansmanının da yine bu iki ülke tarafından yapıldığını biliyoruz. Mısır, BAE ve Suudi Arabistan’ın arzusu doğrultusunda Hafter’e her türlü yardımı yapıyor…
Bugünkü toplantıdan Libya’nın geleceğiyle ilgili kesin bir kararın çıkması ihtimali düşük. Tarafların, Berlin toplantılarında evvelce alınan kararları teyid ederek ateşkes ve siyasi diyalog konularına yoğunlaşması beklenebilir. Önümüzdeki günlerde, Libya’da çatışmaların yeniden başlaması için Hafter’in yukarıda saydığım birçok ülkeden en az biri tarafından kışkırtılmayacağını kim garanti edebilir ki? Berlin’den sonra yeni bir Moskova süreci başlarsa da sürpriz olmaz.