Tarihte ‘düzen’ olarak isimlendirilen dönemler vardır. Roma Düzeni, Britanya Düzeni, Versailles Düzeni, İki Kutuplu Dünya Düzeni ve benzeri isimlerle anılan dönemler, ‘düzen’ kelimesini ihtiva ettiklerinden sanki dünyada huzurun ve barışın tesis edildiği zaman dilimleriymiş gibi zikredilirler. Hâlbuki dünya tarihinin hiçbir döneminde, ne küresel ne de bölgesel düzeyde, devletlerin ve insan topluluklarının tamamının huzur, barış ve istikrar içinde yaşadıkları bir dönem olmamıştır. Bahse konu ‘düzenler’ sistemin geneline hâkim olan bir devletin ya da devletler grubunun, diğerlerine dayattıkları kurallar ve uygulamalar üzerine inşa edilmiştir. Düzenlerin kuralları ve uygulamaları onları kuranların çıkarları etrafında şekillenmiş, düzene uymaya mecbur edilenlerin beklentileri ve ihtiyaçları -istisnalar hariç- göz ardı edilmiştir. Düzen kurucular, düzenlerini başkalarına kabul ettirmek için askerî ve iktisadi üstünlüklerini kullanmışlardır.
Pax Romana (Roma Barışı/Düzeni); köleci, istilacı ve yağmacı Roma’nın, Akdeniz Havzası etrafında, lejyonlarının zaferleriyle kurduğu düzendir. Pax Britannica (Britanya Barışı/Düzeni); sanayi inkılabının doğurduğu ucuz iş gücü, ucuz ham madde ve pazar ihtiyacını tatmin etmek için Afrika’dan Uzak Asya’ya çok geniş bir alanda egemenlik ve nüfuz alanları ihdas eden emperyalist stratejinin ürünüdür. Versailles Düzeni’ni, Birinci Dünya Savaşı’nın mağlubu Almanya’ya dayatan savaşın galiplerinden İngiltere ve Fransa’dır. İki Kutuplu Dünya Düzeni, ABD ve SSCB’nin askerî ve iktisadi güçleriyle, kendi liderliklerini benimsettikleri devletlerin oluşturduğu gruplar arasında karşılıklı olarak tesis edilen sistemin adıdır. Tarihte bunlar gibi onlarca ‘düzen’ dönemine rastlanabilir.
Aktörleri, kuruluş ve yok oluş şekilleri birbirlerinden farklı olsa da, tüm ‘düzenlerin’ en az üç ortak özelliği vardır:
1- Düzenler askerî ve/veya iktisadi olarak en güçlü olan(lar)ın oluşturduğu hukukun üzerine kurulur ve ona göre yönetilir.
2) Düzenler, kurucularının -daha doğru bir ifadeyle kurucularındaki hâkim toplum kesimlerinin- menfaatlerine hizmet etmek üzere tesis edilir. Düzene tabi olanların menfaatleri ikinci plandadır.
3) Düzenlere başta rıza gösterenlerin ya da boyun eğenlerin büyük bölümü, düzen kurucunun güçten düşmeye başlamasıyla düzenin devamı için değil, bir an önce ortadan kalkması için çaba gösterirler. Düzenden nemalanan iş birlikçi azınlık grupları (emperyalistlerce sömürülen Asya ve Afrika ülkelerinde bunlara iş birlikçi burjuvazi denirdi. SSCB’nin güdümümdeki devletlerdeki üst düzey komünist ‘yoldaşlar’ da bu takımdandı), ya düzen kurucunun ülkesine kaçarlar ya da ayrıcalıklarını kaybederler.
Kısaca ifade etmek gerekirse, her ‘düzen’ kendi içinde anti-tezini barındırır. Bu anti-tezlerin bir bölümü ‘düzenin’ yıkılmasına yol açarken, bir bölümü de takip eden ‘yeni düzenin’ kurulmasına hizmet eder. Diyalektik icabı, bu tezler de kendi zıtlıklarını üretir dururlar.
Uluslararası ilişkilerde düzen değil, düzensizlik standarttır. Realistler buna ‘anarşi’ diyorlar. Sözde ‘düzenler’ de kendilerine has ‘anarşik’ ve öngörülemez kesitler içerirler. Bugüne kadar hiçbir zaman tüm insanlığın ortak çıkarları gözetilmek suretiyle, ‘ebedi barışı’ gerçekleştirecek bir yapı oluşturulmamıştır. Birleşmiş Milletler ‘düzeni’, bu ideale en yakın bir söylem ve metinle (BM Antlaşması) kurgulanmış olsa da, ancak gücü elinde bulunduranların izin verdiği konularda ve alanlarda başarılı olabilmiştir.
Günümüzde küresel ve bölgesel seviyede düzensizlikten epeyce endişe duyulan, ‘acaba üçüncü dünya savaşı çıkar mı?’ sorusunun fazlaca sorulduğu bir dönem yaşıyoruz. Şimdilik halının altına süpürülen ABD-İran gerilimi bu endişelere yeniden ivme kazandırdı. Hâlbuki ihtilaf, gerilim, tırmanma, çatışma ve savaş uluslararası ilişkilerin tabiatında mündemiç, dünyanın fabrika ayarlarında var olan gerçekliklerdir.
ABD’nin 2003’teki Irak işgalinden bu yana ‘Genişletilmiş Orta Doğu’ olarak nitelendirdiği bölgede yeni bir ‘düzen’ kurma teşebbüsünün nelere sebep olduğunu yaşayarak gördük. Rejimini, sınırlarının epey dışında oluşturmaya çalıştığı bir nüfuz alanıyla muhafaza etmeye çalışan İran; Lübnan’dan Yemen’e, Irak’tan Suriye’ye birçok ülkede yaşanan istikrarsızlıkların mimarlarından biri oldu. ABD’nin arzu ettiği ‘düzen’ bu bölgede kurulabilseydi de, er ya da geç bugünkünden farklı bir tablo ortaya çıkmayacaktı.
Çin 21. yüzyılın ikinci yarısında yeni hiper güç olarak kendi liderliğinde bir ‘düzen’ (Pax Sinica) kurmaya giriştiğinde, bunun kalıcı olacağını ve düzensizliklere son vereceğini de kimse düşünmesin. Çin yüzyılı da -düzene tabi olanlar açısından- Amerikan yüzyılından daha az problemli olmayacak.
Küresel aktörlerin kalıcı bir düzen tesis etmelerinin mümkün olmadığı uluslararası alanda, Türkiye gibi stratejik bölgesel aktörlerin, kendi millî menfaatleri doğrultusunda, seçili alanlarda başka devletlerle konjonktürel iş birliklerine gitmeleri, beşeri sermayelerini geliştirmeye yatırım yapmaları, askerî ve iktisadi açıdan kendi kendilerine yeterliliklerini artırmaları, içeride istikrarlarını muhafaza etmeleri her zamankinden daha büyük önem taşıyor…