Diplomatik Muhakeme köşesinde 2008’den bu yana yaptığım gibi, yılın son yazısını yine geride bıraktığımız yılın en önemli gelişmelerine ayıracağım. 2019’da küresel alanda en çok ses getiren iki olaya yoğunlaşacağım. Haftaya ise Türk dış politikası açısından 2019’u değerlendireceğim…
“2019’un en önemli uluslararası olayı nedir?” sorusuna farklı cevaplar verilebilir. Ama bana göre ABD Başkanı Donald Trump hakkında başlatılan azil süreci bu yıla damga vuran olayların başında geliyor.
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi belki de Başkan Trump’ın arayıp da bulamadığı bir fırsatı “altın tepsi içinde” kendisine sunmuş oldu. Trump ile Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky arasında yazın yapılan bir telefon görüşmesinin muhtevasının basına sızdırılmasının ardından eylül ayında Pelosi Başkan için azil mekanizmasını işleteceklerini açıklamıştı. Üç aydan kısa bir süre zarfında Temsilciler Meclisi’nde azil dosyasının hazırlanması için gerekli işlemler tamamlandı. 18 Aralık’ta yapılan oylamada Trump, “görevini kötüye kullanma” ve “Kongre’nin çalışmasını engelleme” iddialarından “suçlu” bulunarak, Temsilciler Meclisi’nde azil dosyası onaylanan üçüncü ABD Başkanı olarak tarihe geçti. “Peki nasıl oluyor da bu durumu Trump için bir fırsat sayıyorsun?” diye sorabilirsiniz. Azil süreci Trump için üç fırsat doğurdu:
Birincisi, Demokratların en güçlü adaylarından Joe Biden’ı devre dışı bırakmış oldu. Zira Zelensky ile yaptığı telefon konuşmasında Biden’ın oğlunun Ukrayna devlet gaz şirketindeki yüksek maaşlı yönetim kurulu üyeliği konusu öne çıkıyor. Trump Amerikan halkına, eski Başkan Yardımcısı Biden’ın yabancı bir ülkeye geçmişte sağlamış olduğu avantajların bir bedeli olarak oğluna çok iyi bir iş bulduğunu, yani aslında görevini istismar edenin kendisi değil Biden olduğunu sürekli anlatıyor. Kamuoyu yoklamaları Amerikalıların Biden’a bakış açılarının olumsuza doğru gittiğini ortaya koyuyor. İkincisi, Trump başlatılan “cadı avının” kendisini değil Cumhuriyetçi Parti’yi hedef aldığı söylemini vurgulayarak, partinin sıkı sıkıya kenetlenmesini temin etmeyi başardı. Nitekim Temsilciler Meclisi’ndeki oylamada Cumhuriyetçiler hiç fire vermeden Trump’ın yanında yer aldılar. Dahası Trump’ın lehine oy veren bir Demokrat Meclis üyesi de parti değiştirerek Cumhuriyetçilerin safına geçti. Senato’da yapılacak yargılama ve oylamada da Cumhuriyetçi Parti’nin aynı tavrı sergileyeceğinden kimsenin şüphesi yok. Üçüncüsü, Trump’ın 2020 Kasım’ındaki başkanlık seçimi için ana kampanya konusu da bu şekilde ortaya çıkmış oldu: “ABD’yi yeniden büyük yapmak isteyenleri mi, başka ülkelerin çıkarları için cadı avı başlatanları mı seçeceksiniz?”
Trump’ın azil sürecinden aklanarak çıkmasının ardından, Demokratların 2020 yılı boyunca seçim kampanyasını hangi söylemlere dayandıracağı konusunda ciddi bir iç çatışma yaşayacaklarını tahmin etmek zor değil. Trump’ı seçim gününe kadar çeşitli şekillerde suçlamaları mümkünken, kaybedecekleri bir azil süreci başlatarak, Başkan’a erken “aklanma” imkânı sunmuş olmalarının pişmanlığını yaşayacaklar. Muhtemelen bu durum, Demokratların en güçlü isimlerinden ve kendisini Türkiye karşıtlığı sebebiyle yakından tanıdığımız Nancy Pelosi’nin de siyasi kariyerinde irtifa kaybına yol açacak.
Uluslararası alanda 2019’la anacağımız ikinci önemli gelişme ise İngiltere seçimleri. Theresa May’in başbakanlıktan istifa etmesine sebep olan Brexit çıkmazı, onun yerine geçen Boris Johnson’ın da koltuğunu sallayıp durdu. Fakat Johnson müthiş bir siyasi manevrayla hem Brexit’i kesinleştiren hem de Muhafazakâr Parti’ye dışarıdan herhangi bir destek olmadan tek başına iktidar olma imkânı getiren tartışmasız bir seçim zaferine imza attı. Sadece İngiltere’de değil, Fransa’dan Türkiye’ye kadar çok geniş bir alanda “yeni solun yükselişinin sembolü” olarak görülen Jeremy Corbyn aldığı büyük seçim yenilgisinin ardından birkaç ay içinde parti liderliğini bırakacağı konuşuluyor.
Johnson’ın bu sonucu elde etmesinde, İngiltere’nin AB’den çıkmasını destekleyen Brexit Partisi’nin lideri Nigel Farage’ın 300’den fazla seçim bölgesinde aday göstermeyerek, kendi oylarını Muhafazakâr Parti’ye yönlendirmesinin elbette payı büyük. Ama Corbyn’in İşçi Partisi’nin neredeyse 100 yıldır aldığı en büyük seçim yenilgisini izah edebileceği herhangi makul bir açıklaması yok. 2019 İngiltere seçimi, sadece Brexit’i kesinleştiren değil ama aynı zamanda İngiltere’de ve belki de tüm Avrupa’da sol partilerin kendilerini seçmen karşısında yeniden tanımlamaları için bir başlangıç tarihi teşkil edecek.
Eğer yine bir erteleme kararı çıkmazsa, 2020’nin ilk ayının sonunda AB bir üyesini -üstelik BM Güvenlik Konseyi daimî üyesi olan, nükleer silahı bulunan, güçlü ekonomisi olan bir üyesini- kaybedecek. Muhtemelen 2020’de İskoçya’nın bağımsızlığı ve İrlanda-Kuzey İrlanda ilişkileri konusu yeniden Avrupa gündeminde üst sıralara çıkacak.
2020’nin sizler ve ülkemiz için güzelliklerle ve başarılarla dolu geçmesini diliyorum…