ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’de ne yapmak istediğini anlamak zor. Başkan Trump, Türkiye ile varılan mutabakat dolayısıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür etmesinin hemen ardından, kim bilir kaçıncı kod adı “Mazlum Kobani” olan teröristle telefonla görüşüp, kendisini ABD’ye davet ediyor. Üstelik bunu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı 13 Kasım’da ABD’de misafir edeceğini Amerikan medyasına açıkladıktan hemen sonra yapıyor. Ha bir de teröriste “General Mazlum” diye hitap ediyor.
Terörist Mazlum davete icabet edip Washington’a giderse, muhtemelen Andrews Hava Üssü’ne inecek olan askerî uçağın önünde Pentagon’dan generaller tarafından karşılanacak. Tabii, girişini askerî üsten yapsın ki, sivil havaalanında pasaportunu kontrol edecek İç Güvenlik Bakanlığı memuru kazara önündeki bilgisayardan, Mazlum kod adlı teröristin İnterpol’ün kırmızı bültenle arananlar listesinde olduğunu görmesin. Kongre’den, “Yetmez efendim. DEAŞ’a karşı bu en önemli müttefikimize bir de gümüş yıldız nişanı takılmalı” sesleri yükselirse, Beyaz Saray’da düzenlenecek görkemli bir törenle terörist Mazlum’a nişan takılıversin. Oldu olacak, tören sırasında birkaç pare top atışı yapılarak, bu tarihî buluşma kayıtlara geçsin; unutturulmasın!..
PKK yıllardır ABD’nin terör örgütleri listesinde yer alırken, YPG’nin PKK’nın Suriye’deki uzantısı olduğu Amerikalıların raporlarına girmişken, Türkiye ABD’nin YPG ile ilişkisinin teröre destek vermekle eş değer olduğunu yıllardır en güçlü şekilde dile getirirken, Mazlum kod adlı terörist için “kırmızı bülten” çıkarılmışken, Türkiye ile ABD arasında 1979’dan beri suçluların iadesi anlaşması var iken yukarıdaki gibi bir manzaranın ortaya çıkmasını imkânsız görüyorsunuz değil mi? Hiç emin olmayın. FETÖ elebaşının hâlen ABD’de misafir edilişinin nasıl hiçbir makul izahı yoksa, ABD Başkanı’nın Aktütün baskını başta olmak üzere birçok terör eyleminin arkasında yer alan bu teröristle telefonlaşmasının de hiçbir makul izahı yok.
Aylar önce Erdoğan’la yaptığı bir başka telefon görüşmesinde 20 millik güvenli bölge teklifini yapan ve Suriye’den çekileceklerini açıklayan Başkan Trump aradan geçen süre zarfında defalarca tutum değiştirdi. Bir “çekiliyoruz” dedi, bir “kalıyoruz”; bir “Türkiye ile güçlü müttefiklik ilişkilerimi var” dedi, bir “Türkiye’nin ekonomisini mahvederim”… En son 1 hafta evvel “Obama yönetimi bizi Suriye batağına soktu. ABD başkalarının savaşlarını yapmak zorunda değil. Askerlerimize çekilme talimatı verdim” diyen Başkan Trump, birkaç gün sonra “200 askerimiz petrol bölgesinde kalacak” dedi. Terörist Mazlum’la görüşmesinden söz ettiği tweetinde “Belki de Kürtlerin petrol bölgesine doğru gitmeye başlamalarının zamanı gelmiştir” cümlesine de yer verdi…
Uluslararası ilişkiler uzmanları bir hadiseyi tahlil ederlerken, muhtelif analiz seviyelerini incelerler. Ekseriyetle en genel ama bir o kadar da karmaşık olan “uluslararası sistem seviyesinden” başlar, bölgesel ya da alt sistem seviyesine, ulus-devlet seviyesine, dış politika oluşum süreçlerine, karar veren ve kararı yürüten bireyler seviyesine doğru ilerlerler. Birçok teorisyenin ortaya attığı başka analiz seviyeleri ya da analiz birimleri de vardır. Bir uluslararası ilişkiler analizinin illa bütün bu seviye ve birimleri dikkate alması elbette gerekmez. Çoğu tahlilde, “sistem-devlet-birey” üçlemesi üzerinden çıkarsamalarda bulunulduğunu görürüz…
Başkan Trump, dış politikayla ilgili neredeyse her cümlesi ve her eylemiyle, 1919’da ilk uluslararası ilişkiler kürsüsünün açılmasının üzerinden 100 yıl geçmesini dünyanın her yerinde çeşitli bilimsel toplantılarla kutlayan bu disiplinin akademisyenlerini durmadan “ters köşeye” yatırıyor. Başkan sanki uluslararası ilişkiler teorisi ve dış politika analizi alanlarında bir asırdır üretilen her şeyi sıfırlamayı hobi edinmiş gibi. Başkan’ın Suriye’deki bir kararının sebeplerini ve muhtemel sonuçlarını bilimsel yöntemlerle incelemeye çalışanlar, işe koyulduktan sadece birkaç gün sonra, aynı Başkan’ın bir öncekiyle taban tabana zıt bir başka kararıyla, o güne kadarki çalışmalarını çöpe atmak zorunda kalıyorlar…
Bush döneminin Savunma Bakanlarından Donald Rumsfeld, Şubat 2002’de öyle cümleler kurmuştu ki, kimse ne demek istediğini anlamamıştı. Şöyle diyordu Rumsfeld:
“Bilinen bilinenler vardır. Bildiğimizi bildiğimiz şeyler. Bir de bilinen bilinmeyenler olduğunu biliriz. Yani bilmediğimiz bazı şeyler olduğunu biliriz. Ama bir de bilinmeyen bilinmeyenler vardır; bilmediğimizi bilmediğimiz şeyler.”
Aylardır ABD Başkanı’nın söylediklerini ve eylediklerini izleyenlerin birçoğu sanırım benim gibi Rumsfeld’in yukarıda alıntıladığım sözlerini hatırlıyordur. Trump bildiğimiz, bilmediğimiz, bilmediğimizi bildiğimiz ya da bildiğimizi bilmediğimiz hiçbir ABD Başkanı’na benzemiyor. Söylediklerini bilerek mi söylediğini, bilerek mi değiştirdiğini sonra bilerek mi tekrar, yeniden, bir kez daha değiştirdiğini de bilmiyoruz.
Lakin bildiğimiz bir şey var. Şayet Başkan Trump Mazlum kod adlı, generalliği ABD’nin Suriye’de kurduğu “kurmay mektebinin” ürünü olan teröristin kanlı elini sıkarsa, bir müttefik ülkenin baş düşmanıyla tokalaşan ilk ABD Başkanı olarak da tarihteki yerini alacak. Böyle bir şeyi ister mi; bakın işte onu da bilmiyoruz…