ABD’de işler nasıl yürüyor? (02.06.2019) Türkiye Gazetesi

Daha kuruluş aşamasından itibaren ABD bir burjuva cumhuriyeti oldu. Eski kıtadaki sınıfsal ayrımların kendi ülkelerinde olmadığıyla pek övünseler de, bizatihi kurucu babaların kendileri ya köleleri olan arazi sahipleri ya da kentli elitlerdi. Köylüler, çiftçiler ve sanayi devriminden sonra sayıları artan işçiler demokrasi mabedi olduğu iddia edilen Capitorde hiçbir zaman hâkim güç olamadılar. ABD’yi her zaman seçkinci burjuvazi ve onun iş birliği içinde olduğu kesimler yönetti.
 
Türkiye’de hemen hemen herkesin ABD hakkında bir fikri vardır. En azından seyrettikleri film ve diziler dolayısıyla ABD şehirlerini, arabalarını hatta beyzbol takımlarının isimlerini bilenlerin sayısı az değildir. ABD’de ise özel ilgi duyanlar dışında hiç kimse Türkiye hakkında, Türklerin ABD hakkında bildiklerinin onda birini bile bilmez. Hoş, sıradan Amerikalı Almanya’yı da bilmez, Fransa’yı da. Askerlik yapıp deniz ötesinde görev almış olanlar, misyonerler ve uluslararası ticaretle uğraşanlar bu genellemenin istisnalarını oluştururlar.
 
Amerikan halkının dış politikaya ilgisi, terörizm ve savaşla sınırlıdır. ABD bir yerlere asker göndermiş ya da çatışmaya girmişse, halkın bir kesimi dünyanın bir ucunda neler olduğuyla ilgili haberlere kulak kabartmaya başlar. Fakat bu merak uzun sürmez ve yerel gündemin ezici yoğunluğu sıradan Amerikalının haber ihtiyacını yeterince tatmin eder. Zaten halka servis edilen haberlerin çoğu da iç politika, hava durumu, silahlı manyakların okullara, devlet binalarına, konser alanlarına saldırıları, spor, sağlık ve eğlence konularından ibarettir. Dünyası; evi, işi, kilisesi, alışveriş merkezi ve sosyalleşme mekânıyla sınırlı olan Amerikalı, bırakın dış politikayı, çoğu zaman kendi eyaletindeki politikayla bile ilgilenmez. Dört yılda bir başkanı seçmek için seçmenlerin aşağı yukarı yarısı sandığa gider. Onların büyük çoğunluğu da oy verirken, başkan adaylarının dış politikadaki vaatleriyle ilgilenmez.
 
Evet, Türkiye’de hemen herkesin ABD hakkında bir fikri vardır. Fakat ABD’nin toplumsal yapısını, din-devlet ilişkilerini, seçmen davranış eğilimlerini, siyasal karar alma mekanizmalarını hakkıyla bilenlerin sayısı çok azdır. İlginç olan, akademik düzeyde bile, hakkında bu kadar kanaat sahibi olduğumuz ABD hakkında, o kadar bilgi sahibi olmayışımızdır. Türkiye’den, üstelik devlet bursuyla, ABD’ye giden sosyal bilimler doktora öğrencilerinizin bir bölümü ABD’yi inceleyerek bilimsel gözlem ve analizlerini akademyasının ve kamuoyunun hizmetine sunacaklarına, Amerikalı ‘uyanık’ danışmanlarının yönlendirmesiyle, Türkiye hakkında İngilizce tezler hazırlayıp, Amerikalıların hizmetine sunarlar. Yani benim devletim Amerikan devletinin doğrudan yapamayacağı çalışmaları yıllardır finanse eder. Böylece, zaten fazlaca tanımadığımız ABD’yi hiç olmazsa oraya yolladığımız burslu öğrencilerimize tezler yazdırarak öğrenme fırsatını da heba ederiz. Hâlbuki yurt dışına devlet bursuyla giden öğrencilerin sadece Türkiye hakkında tez yazmalarını yasaklamak, gittikleri ülkenin dilini mükemmelen öğrenmeyi ve orası hakkında uzmanlaşmayı bursun devamı için şart koşmak gerekir.
 
Sıradan Amerikalı Türkiye’nin dünyanın neresinde olduğunu bile bilmez ama Türkiye’yle veya bulunduğu coğrafyayla ilgili çalışanlar, her zaman güncel ve doğru bilgiye ulaşma imkânına sahiplerdir. Dolayısıyla dış politikayla çok az ilgilenen, ekseriyetle yerel gündem ve politik magazinle ‘uyutulan’ sıradan Amerikalının Türkiye’ye olumlu ya da olumsuz bakmasının ABD’nin Türkiye’ye yönelik siyaseti üzerinde zerre kadar etkisi yoktur.
 
ABD dünyaya yön vermeye çalışırken, lobiler ve çıkar grupları da ABD’ye yön vermeye çalışır. ABD’nin dış politik kararları, hükûmet ve yasama organı üzerinde kim daha fazla etkili olursa onun çıkarlarına göre şekillenir. ABD’de siyasetin Alexis de Tocqueville’in kitabında bahsettiği çerçevenin dışına çıkalı epey oldu. Hele Capitol ve Beyaz Saray siyasetinin, siyasal etikle, çoğunluğun faydasıyla alakası, Wall Street kurtlarının metro duraklarında yatan evsizlere olan ilgisiyle aynıdır. Kongre’nin koridorlarında değerler değil, ederler konuşulur ve emin olun değeri olmayanların bile bir ederi vardır.
 
İşler böyle yürüdüğü için de Washington’da oyunu kuralına göre oynamak gerekir. O kural üç cümleden ibarettir:
Kendini sürekli görünür kıl. Muhatabının ederini bil ve öde. Tek başına yapamadığını, konjonktürel ortaklarla yap.
Yaklaşmakta olan Ramazan Bayramınızı tebrik eder, tüm İslam dünyasında bayramın huzur içinde geçmesini dilerim…