Bir an için ABD Başkanı olduğunuzu düşünün. Anayasanıza göre en öncelikli göreviniz ülkenizin çıkarlarına hizmet etmek. Dış politika ve savunma konularında başlıca yetkiler size verilmiş. Bazı konularda yasama organının onayına ihtiyaç duyuyorsunuz ama aslında ulusal çıkar ve ulusal güvenlik söz konusu olduğunda yasama organının desteğini arkanıza alabileceğiniz etkili politika araçlarına sahipsiniz.
Başkanlık koltuğuna oturduğunuzda bürokratlarınız tarafından hazırlanmış bir ülke raporu önünüze geliyor. Bu ülkeyle müttefiksiniz. Terörle mücadeleden, kitle imha silahlarının etkisizleştirilmesine kadar birçok konuda stratejik iş birliği içindesiniz. Dünyanın birçok yerindeki gelişmelere ortak değerler ve ortak çıkarlar penceresinden bakıyorsunuz. Ama…
Sizden önceki yönetim bu müttefikinizin güvenlik önceliklerini tamamen göz ardı eden bir tutum içine girmiş. Ülkenin bekasını tehlikeye atacak şekilde sınırlarının ötesindeki terör örgütlerine silah ve mühimmat yardımı yapmış. Bu da yetmemiş, sizden önceki yönetimin bürokratları bu ülkenin demokratik yollarla seçilmiş hükûmetini devirmeye dönük bir darbe girişimini desteklemiş. Müttefikiniz, çevresindeki kitle imha silahları ve güdümlü füze tehdidini bertaraf edebilmek için yıllarca ülkenizden hava savunma sistemi almak istemiş ama sizden önceki yönetimler türlü bahanelerle müttefikinizin talebini karşılamamış. Yine sizden önceki yönetim, müttefikinizin tehdit algıladığı rejimlere karşı birlikte hareket etme taahhüdünde bulunmuş, bazı tutumları takınmasını teşvik etmiş ama sonra müttefikinizi yüzüstü bırakmış. Kendi bölgesindeki birçok uluslararası problemin çözümünde kilit rol oynayan, son 70 yıldır müttefik olduğunuz bu ülkeyle aranız giderek açılmakta ve eski ihtilaflar çözülemediği gibi, her geçen gün yeni anlaşmazlık konuları mevcuda eklenmekteymiş.
Böyle bir ülkeyle ilgili ülkenizin politikasını ne şekilde belirlerdiniz? Küresel stratejik amaçlarınız açısından size gerekli bu ülkeyle bağlarınızı tamamen koparmamak için, daha önceki yönetimden kaynaklananlar başta olmak üzere problemlerin çözümünü hedefleyen yapıcı bir davranış içine mi girerdiniz? Yoksa, sizden öncekilerin dayatmacı tutumunu devam ettirip ve illa kendi isteklerinizin karşı tarafça kabul edilmesini isteyip bu ülkenin size daha da yabancılaşmasının yolunu mu açardınız?
ABD Başkanlığı gibi sadece kendi ülkesi için değil, uluslararası alanda da sorumluluk üstlenmeyi gerektiren bir makamda oturan bir kişinin herhâlde, kendi ülkesi için büyük önem taşıyan bir müttefik ülkeyi ötelemesi değil, kucaklayıp kendisine çekmesi gerekir.
ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinde hareket tarzını belirlerken sadece Türkiye’nin iç gelişmelerine ya da bölgesel dinamiklere odaklanması mümkün mü? En azından teorik olarak, ABD gibi bir ülke dış politikasını küresel düzeyden, bölgesel düzeye doğru tanımladığı için, evvela Türkiye’yi kendi dünya politikasında bir yere oturtur.
Bu noktada ABD’nin önümüzdeki 50 yıl için nihai küresel hedefinin ne olduğuna bakalım… Kendi hazırladıkları strateji ve güvenlik belgelerine göre, Çin ve Rusya, ABD’nin dünyadaki en büyük rakipleri mi? Evet. Uluslararası terörle mücadelede ABD dış ve güvenlik politikalarında öncelikli yerini hâlen koruyor mu? Buna da evet. ABD’nin nihai hedefi, küresel liderliğini mümkün olduğunca uzun bir süre daha devam ettirmek mi? Evet. Bunları içeren bir ulusal stratejinin altına imza atan bir ABD başkanının, Türkiye’yi ABD’ye yabancılaştırması ve ötekileştirmesi kadar kendi çıkarlarına aykırı bir tutum olamaz herhâlde.
İlginçtir ki, Obama döneminde ivme kazanan Türkiye’yi uzaklaştıran davranışlar Trump döneminde de devam ediyor. Hâlbuki başlangıçta, iş adamı kökenli Trump’ın, ülkesinin çıkarına olanı daha isabetli şekilde tespit edeceği tahminleri revaçtaydı.
İyimser bir yaklaşımla, Trump’ın bir önceki dönemden kalan bürokratik eliti tam olarak etkisizleştirememesinden dolayı Türkiye’ye ilişkin kendi orijinal yaklaşımını henüz oluşturamadığı söylenebilir. Meseleye karamsar açıdan bakarsak, Trump’ın ülkesinin nihai hedeflerine ulaşmasında Türkiye’nin ABD’nin yanında olmasını gerekli bulmadığı düşünülebilir.
Bu noktada Ankara’ya düşen; PYD-YPG-PKK ilişkisinden, terörist FETÖ’nün ABD’deki faaliyetlerine, S-400’lerden, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarına kadar haklı olduğu tüm konuları hiç yılmadan ve yorulmadan Amerikalı muhataplarına anlatmaya devam etmektir. Rusya ve Çin ile küresel hesaplaşmaya doğru ilerleyen, İran’la restleşmeye hazırlanan, Filistin’in geleceği konusunda tartışmalı bir planı gündeme taşıyan Washington yönetiminin, Türkiye’yi yanında tutmak için o kadar çok sebebi var ki. Tabii ki, eşit bir ortak olarak ve ortak çıkar tanımına uygun şekilde…