24 Nisan’ın ardından… (28.04.2019) Türkiye Gazetesi

Her yıl olduğu gibi bu yıl da, 24 Nisan tarihi öncesinde çeşitli ülkelerde 1915 olaylarının “soykırım” olarak anılmasıyla ilgili girişimler yoğunlaşmıştı. Evvela İtalya Parlamentosu’nda kabul edilen bir tasarıyla İtalyan Hükûmeti’nin 24 Nisan tarihini anma günü olarak tanıması çağrısı yapıldı. İtalya’daki koalisyon hükûmeti henüz bu yönde adım atmadı. Ama yasama organının bu kararından sonra İtalya’nın Ankara Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı’na davet edilerek, konudan duyulan rahatsızlık kendisine iletildi.
 
İtalya Parlamentosu’nun kararının ardından, ABD Başkanı’nın yasal olarak her yıl yapmak zorunda olduğu 24 Nisan açıklamasında, 1915 olayları için hangi tabiri kullanacağı merakla beklenmeye başladı. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin bir dizi konu sebebiyle gerilimli olduğu bir dönemde Trump’ın kullanacağı “soykırım” ifadesinin ilişkileri daha da kötüleştirebileceği yorumları yapıldı. Başkan Trump, geleneksel açıklamasında geçen yıl olduğu gibi, 1915 olayları için Ermenicede “Büyük Felaket” anlamına gelen “Meds Yeghern” ibaresini kullandı. Dışişleri Bakanlığı’ndan aynı gün yapılan açıklamada, Başkan Trump’ın açıklamasının reddedildiği belirtilirken, “Ermenilerin kurguladıkları sübjektif anlatıyı temel alan bu açıklamanın hiçbir değeri yoktur. Tarihin iç siyasi mülahazalarla çarpıtılması asla kabul edilemez” cümlelerine yer verildi. Bakanlık açıklamasında ayrıca aynı dönemde 500 binden fazla Müslümanın Ermeni isyancılarla katledildiği belirtilerek Başkan Trump adil olmaya davet edildi.
 
Aynı gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da 1915 olaylarıyla ilgili olarak Türkiye Ermenileri Patriği Genel Vekili Aram Ateşyan’a yolladığı mektupla Ermeni vatandaşlara seslendi. Mektubunda, “Birinci Dünya Savaşı’nın zor şartlarında hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerini bu yıl da ihtiramla anıyor, torunlarına içten taziyelerimi iletiyorum” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde büyük insani krizler yaşandığını hatırlattı. Erdoğan, salgın hastalıklar, göçler, devlet otoritesinin zayıflaması sonucu artan çete ve silahlı grupların öncülük ettiği bozgunculuk eylemleri nedeniyle yitirilen diğer Osmanlı vatandaşlarına da Allah’tan rahmet diledi.
 
Bu arada, göreve başladığı günden beri çeşitli vesilelerle Türkiye’ye karşı açıklamalar yapan, hatta GKRY’de düzenlenen Güney Avrupa Ülkeleri Gaz Zirvesi’nde yaptığı konuşmada Türkiye’nin “Kıbrıs karasularında doğalgaz arama girişimini endişe verici bulduklarını” ifade eden Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron, 24 Nisan’ı popülist bir fırsata dönüştürmek istedi. Macron, Mayıs 2017’deki seçim kampanyası sırasında Fransa’da yaşayan Ermeni seçmenlerine taahhüt ettiği gibi 24 Nisan’ı “Ermeni Soykırımını Anma Günü” olarak ilan etti. Bundan sonra her yıl 24 Nisan’da Paris’te resmî anma töreni yapılacak. Fransa’nın vilayetlerinde ne gibi etkinlikler yapılacağına ise valiler karar verecek. Dışişleri Bakanlığı, Fransa’nın aldığı bu kararı kınadı. Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu, Macron’un bu girişiminin hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin hem de Fransa Anayasa Mahkemesinin geçmişte aldığı kararlarla ters düştüğünü açıkladı.
 
1915 olaylarının yüzüncü yılı dolayısıyla 2015’te yaşananlarla mukayese edildiğinde, bu 24 Nisan’da İtalya ve Fransa’daki kararlarla, ABD’nin alışıldık açıklaması dışında çok kayda değer bir gelişme yaşanmadığı, iç kamuoyunda da artık neredeyse her yıl tekerrür eden “vak’a-i adiyeden” addedildiğinden eskisi kadar yankı bulmadığı görülüyor. Halbuki mesele kulak ardı edilecek ve sadece sene-i devriyelerinde bir iki gün tartışılarak, sonra bir sonraki yıla kadar gündemden kaldırılacak bir mesele değil.
 
Son 30 yıllık sürece bakıldığında, “soykırım” iddialarını resmî olarak tanıyan, 24 Nisan’ı anma günü ilan eden, orta öğretim ders kitaplarında Osmanlı İmparatorluğunu “soykırım yapmakla” itham eden ifadelere yer veren veya 1915 olaylarının “soykırım olmadığını” söylemeyi suç sayan yasalar çıkartan devletlerin sayısının nereden nereye geldiği çarpıcı biçimde görülür. Keza aynı dönemde literatüre giren telif kitapların, uluslararası endekslerce taranan dergilerde basılan makalelerin, çeşitli ülkelerin üniversitelerinde kabul edilen doktora tezlerinin kahir ekseriyetinde 1915 olaylarından “soykırım” olarak bahsedildiği de üzücü bir gerçektir. 1965’te ilk defa organize biçimde harekete geçen “soykırım” iddiacıları, kendi içinde tutarlı, istikrarlı, planlı ve sistematik çalışmalarının neticesinde 50 yıldır tekrar ede ede, Türk milletine atılmış bu iftirayı, uluslararası kamuoyunun neredeyse genel kabulü hâline getirmiş durumdalar.
 
O hâlde “soykırım” yalanıyla mücadele hiç hız kesmeden devam etmeli, iftiracıların bugüne kadar elde etmiş oldukları kazanımların ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar güncellenerek sürdürülmelidir. Bu yapılırken, “soykırım” iddiacılarıyla onlarca yıllık mücadelede, tarihsel gerçekleri çarpıtanların neden bu kadar mevzi kazandığı, iftiraya uğrayanların ise neden yeterince etkili olamadığının muhasebesi çok iyi yapılmalı, etkisiz yöntemler terk edilerek, çağın getirdiği imkânlardan da yararlanmak suretiyle yepyeni bir yöntemle “soykırım” iftiracılarına dur denilmelidir.