Başkanlık koltuğuna oturduğu günden bu yana Donald Trump ülkesinin NATO’dan çıkabileceğini çeşitli kereler ima etti. Genellikle tüm politikalarında olduğu gibi Trump’ın bu düşüncesinin temelinde de basit bir para hesabı yatıyor. Trump özetle diyor ki: “ABD NATO bütçesine en büyük katkıyı sağlıyor. Avrupa’nın güvenliği için de milyarlarca dolar harcıyor. Ama bunun karşılığını alamıyor. Bazı Avrupa ülkelerinin tutumu sebebiyle ticari alanda zarara uğruyor. Ya Avrupalılar kendi savunma bütçelerine daha fazla katkı yapsınlar, ya da biz çekilelim başlarının çaresine baksınlar.”
ABD’nin NATO’ya ve Avrupa savunmasına yıllık mali katkısı konusunda yazılmış bilimsel makalelere ve Amerikan basınındaki araştırma dosyalarına bakıldığında, Trump’ın abarttığı kadar büyük oranda bir katkının olmadığı ortaya çıkıyor. Yine de, tüm NATO üyeleri arasında savunmaya en fazla pay ayıran ve NATO’nun ortak bütçesine en büyük miktarda katkı sağlayan devlet ABD. Buna bir de Avrupa’daki ABD askerî varlığı için bütçeden ayrılan pay katılırsa, Trump’ın -üstelik hükûmetin rekor süreyle kepenk kapattığı bir dönemde- bu dosyayı tekrar açmaya çalışmasının siyaseten doğru bir sebebi var. Ama her siyaseten doğru olan, gerçekte doğru olan şey değil. Zira kurulduğu günden bu yana ABD’nin mali ve askerî katkısıyla ayakta duran NATO’nun varlığı, ABD’nin sağladığı katkıdan çok fazlasını kendisine geri verdi ve vermeye de devam ediyor. Üstelik bu tespit sadece stratejik gerekçelere dayanmıyor. Daha çok, tam da Trump’ın yaptığı gibi bir maliyet-fayda hesabına dayanıyor.
Meseleyi köklerine inerek, kısa bir tarihsel yolculukla 1947’ye giderek ele alalım. ABD o yıl, ikinci harpten büyük bir ekonomik yıkıma uğrayarak çıkan Avrupa ülkelerine yardım yapmayı öngören meşhur Marshall Planı’nı ilan etmişti. Washington ne sadece bu ülkelerdeki kötüleşen sosyoekonomik şartlardan istifade eden Sovyet yanlısı komünistlerin iktidara gelmesini engellemek için ne de muhtaç durumdaki Avrupalıların ‘sarı saçı, mavi gözü’ için verdi bu yardımı. Marshall Planı’nı tetikleyen Hazine ve Dışişleri Bakanlığı raporlarına göz attığınızda görürsünüz ki, aslolan o dönemde en büyük ithalatçısı Batı Avrupa’yı yitiren Amerikan Hükûmeti’nin, burada ekonomiyi canlandırmak için can suyu vermek ve Avrupa’yı yeniden ABD mallarının en önde gelen alıcısı yapmaktı. Plan harfiyen çalıştı. ABD -aralarında Türkiye’nin de dâhil olduğu- Marshall Planı devletlerine para yerine, mal ve hizmet verdi. Bunları da Amerikan şirketlerinden aldı. Yani aslında bugünkü parayla 200 milyar doların büyük bölümünü kendi ekonomisine pompaladı. Üstelik 1953’te Marshall Yardımları sonlandırılırken, o güne kadar Avrupalılara vermiş olduğu makine ve teçhizatın yedek parçalarının kendisinden alınmasını temin eden, Amerikan ürünlerinin çok uygun gümrük şartlarında Avrupa pazarına girmesine imkân veren gayet kârlı bir sistemi de kuruvermişti. Washington Avrupa’ya verdiğinden çok fazlasını Amerikan ekonomisine geri kazandırdı.
NATO da 1949’da kurulurken, ilk bakışta üyelerin muhtemel bir Sovyet saldırısından korunması için tesis edilmiş bir savunma örgütü gibi gözükse de, Kuzey Atlantik Antlaşması’nın ikinci maddesi üye ülkelerin ekonomi politikalarını uyumlaştıracaklarını ve bu alanda iş birliği yapacaklarını da teminat altına almaktaydı. Bir savunma antlaşması için normalde dikkat çekici olması gereken bu hususun, Soğuk Savaş’ın yeni başladığı o sıcak günlerde fazlaca üzerinde durulmadı. Hâlbuki bu yönüyle anlaşma Marshall Planı’nı bütünleyici bir mahiyetteydi ve ABD, NATO ülkelerinin ekonomi politikalarının kendisininkiyle uyumlu olmasına çalışıyordu.
Fakat NATO’nun ABD ekonomisine asıl katkısı askerî satışlar üzerinden oldu. ABD kendi elindeki savaş fazlası malzemeyi hibe yoluyla ya da düşük faizli FMS kredileri açmak suretiyle NATO üyelerine verdi, ya da Amerikan silah şirketlerinin NATO üyelerinin ordularını donatmasının yolunu açtı. Bu, başta Türkiye olmak üzere birçok NATO üyesinin uzun yıllar kendi millî savunma sanayilerini geliştirmek yerine ABD’ye bağımlı hâle gelmelerine de yol açtı. Bu duruma karşı çıkıp kendi siyasetlerini takip etmek isteyenler ya Fransa gibi kendilerini NATO’nun dışında buldular veya Türkiye gibi ağır ambargolara maruz kaldılar.
Başkan Trump maliyet-fayda hesabı yaparken herhâlde NATO’nun varlığı sayesinde, üye ülkelerin ordularına bugüne kadar trilyonlarca dolar satış yapmış olan ABD askerî-endüstriyel kompleksinin son 70 yıllık bilançolarına bakma ihtiyacı duymamış.
ABD NATO’dan çıkarsa, NATO çöker. Ama birçok farklı alternatifin ortaya çıktığı günümüzde acaba NATO olmadan Amerikan şirketleri Avrupa ülkelerine silah satışını eskisi kadar yoğun yapabilirler mi?
Nisanda NATO’nun kuruluşunun 70. yıl dönümü kutlanacak. İttifak keşke kurulduğundan bu yana NATO’ya kimin kaç kuruş katkı yapıp, karşılığında Amerikan şirketlerinden kaç kuruşluk silah aldığını ortaya koyan ayrıntılı bir rapor hazırlasa. Belki Trump bunu okur da, kazın ayağının perdeli olduğunu görür.