ABD korumasının bedeli (07.10.2018) Türkiye Gazetesi

Başlık sizlere tuhaf gelebilir ama ABD Başkanı Donald Trump’ın ara seçimler için geçen hafta yapmış olduğu bir kampanya konuşmasında sarf ettiği birkaç cümle “ABD ve koruduğu devletler” konusunu uluslararası gündeme taşıyıverdi.
Trump şöyle diyordu: “Suudi Arabistan kralıyla konuştum. Dedim ki: Kral; seni biz koruyoruz. Biz olmadan iki hafta bile orada olamazdın. Ordun için ödemelisin, ödemelisin.”  Konuşmasında Japonya ve Güney Kore’ye de değinen Trump, bu iki ülkeyi de “koruduklarını”, onların da bunun için ödeme yapması gerektiğini söyledi.
ABD Başkanının bu açıklamalarını pekâlâ malumun ilamı şeklinde yorumlayabiliriz. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana birçok devleti, bazı bedeller karşılığında “koruduğunu” zaten biliyorduk. Ama ilk kez bir Amerikan başkanı bu kadar net bir açıklama yaptı. Bu açıklamada dikkati çeken üç husus var.
Birincisi, Kral’la konuşmasından bahsederken Trump, Suudi Arabistan’ı bir dış saldırgana karşı korumaktan bahsetmiyor. Kral’ı, yani bir kişiyi -ya da daha geniş yorumlarsanız Suudi hanedanını- iç tehditlere karşı korumaktan bahsediyor. Trump daha ne desin? ABD’nin desteği olmadan Kral’ın tahtında iki hafta bile oturamayacağını başka türlü nasıl ilan edebilirdi? Geçmişte de birçok liderin ya da rejimin ABD tarafından “iç ve dış tehditlere karşı” korunduğunu bugün ortaya çıkan arşiv belgelerinden biliyoruz. Bu bazen 1970’lerin başında İran Şahı’na yapıldığı gibi istihbarat ve silah desteği şeklinde oluyordu, bazen de 1958’de Lübnan’da, 1960’larda Vietnam’da, 1970’de Ürdün’de gördüğümüz gibi “iç ve dış” düşmanlara karşı doğrudan askerî müdahale şeklinde gerçekleşiyordu.
İkinci dikkat çekici husus, “koruma bedeli”. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD dünyanın birçok bölgesinde ittifaklar kurarken, “tehditle müşterek mücadele” yaklaşımını bu ittifakların meşru gerekçesi olarak ilan etmişti. Bunun hukuki bir zemini de vardı. BM Antlaşması’nın 51. Maddesinde yer alan müşterek nefsi müdafaa, başka bir deyişle müşterek meşru müdafaa NATO’dan, SEATO’ya ABD’nin öncülük ettiği birçok ittifakın dayanak noktasıydı.
Her ne kadar, ABD’nin 1945-1990 dönemindeki askerî politikalarına eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşanlar bu tür antlaşmalarla ABD’den “koruma” desteği alan devletler tarafından bir bedel ödendiğini dile getirdilerse de, çoğunlukla bu bedel, askerî ve ekonomik bağımlılık olarak ifade ediliyor ve karşılıklılık ilkesine vurgu yapılıyordu. Genel yaklaşım ise bu tür ilişkilerin bir ortak çıkar ilişkisi olduğu, popüler söyleyişle “kazan-kazan” mantığına dayandığı şeklindeydi. Yani “ABD Batı Avrupa’nın savunmasına destek verirken hem Batı Avrupa’ya “komünist tehdide karşı koruma hizmeti sunuyor”, hem de kendisi için çok önemli bir pazarın SSCB’nin kontrolüne geçmesini engellemek suretiyle kendi çıkarını koruyor, bunu yaparken de Amerikan silah sanayiinin çarkını döndürmesini temin ediyordu…
Bugün Trump’ın Kral’a söylediğinin geçmiştekilerden çok önemli bir farkı var. ABD’nin kendisinin doğrudan stratejik çıkarına olmayan bir hususta da -şayet takdir edilen ücret ödenirse- koruma hizmeti sağlayabileceği gibi bir algı ortaya çıkıyor. Şayet Suudi Arabistan’da ABD’ye her şartta hizmet eden, İsrail’in politikalarına ses çıkartmayan, İran’a karşı silahlanan bir yönetimin varlığı Washington için stratejik bir gereklilikse, o hâlde zaten bu şekilde hareket eden bir yönetimden ayrıca “koruma bedeli” istemenin nasıl bir gerekçesi olabilir? Aynı şey Güney Kore ve Japonya’nın “koruma bedeli” için de geçerli. Şayet bu iki ülke ABD’nin en büyük rakip olarak gördüğü Çin’le mücadelesinde mutlaka yanında durmalarını istediği iki güç ise, o hâlde hem ABD’nin dümen suyunda hareket edip bir de üstüne “koruma bedeli” ödemelerinin akılcı bir açıklaması yapılamaz. Bu iş tam da Deli Dumrul’un hesabına benziyor!..
Donald Trump’ın konuşmasında dikkatimizi çeken bir diğer husus ise üstü kapalı tehdit dili. “Biz olmadan iki hafta bile orada olamazdın” cümlesine muhatap olan Suudi Kralı’nın bu cümleyi “Biz istesek iki haftada seni deviririz” şeklinde anlamış olma ihtimali bence çok yüksek. Böyle anlaması için de tarih birçok karine sunuyor. Kral, Trump’la telefonda konuşurken bu cümleye nasıl bir cevap verdi, ya da cevap verebildi mi bilmiyoruz. Trump konuşmanın o kısmını kamuoyuyla paylaşmadı. Ama herhâlde zaten görevlerini büyük ölçüde oğluna devretmiş olduğundan, ABD Başkanı’nın “koruma bedelini artırın” talebini Veliaht Prens’e aktarmıştır…
Trump’ın bu sözlerini iki hafta evvel BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmayla birlikte değerlendirdiğimizde, ABD Başkanı’nın bir yandan da Batılı müttefiklerine “güvenliğiniz için daha çok ödeyin” yani “benden daha çok silah alın” mesajı gönderdiğini düşünebiliriz…
…..
Değerli okuyucular, gazetemiz Türkiye’de 2008 sonbaharında yazmaya başlamıştım. Bu yazıyla ilk on yıllık birlikteliğimizi geride bırakmış olduk. Bugüne kadarki yapıcı katkılarınız için çok teşekkür ederim. Daha nice seneler birlikte olabilmek dileğiyle…