Türk dış politikasının esasları -3 (02.09.2018) Türkiye Gazetesi

Türk dış politikasının esasları serisinin üçüncü ve son kısmında 1964’ten bugüne üç ayrı dönemde dış politikanın nasıl şekillendiğini değerlendireceğiz. Söz konusu dönemleri Denge Arayışları (1965-1987), Değişen Dünyada Yeniden Konumlanma Çabaları (1988-2001) ve Stratejik Çok Yönlülük Dönemi (2002-Bugün) olarak adlandırabiliriz.
5 Haziran 1964’te ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektupta dile getirdikleri öylesine büyük bir sarsıntıya yol açmıştır ki, ilerleyen yıllarda birçok kritik gelişme Johnson Mektubu ile ilişkilendirilerek anlatılacaktır. Ekim 1962’de yaşanan Küba krizi sırasında, ABD ile SSCB evvelce Türkiye topraklarına ABD tarafından yerleştirilen Jüpiter füzelerinin sökülmesi karşılığında, Küba’ya Sovyet füzelerinin yerleştirilmesinden vazgeçilmesi konusunda mutabakata vardılar. Bu kararla Soğuk Savaş döneminde ‘yumuşama’ olarak adlandırılan süreç başladı. Fakat ABD, SSCB ile Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir konuda pazarlık yaparken Ankara’ya herhangi bir bilgi verme ihtiyacı duymamıştı. Vaşington-Moskova hattında yürütülen pazarlıklardan Ankara haberdar olduğunda, o güne kadar güvenilir müttefik olarak görülen ABD’ye dair ilk ciddi şüpheler oluşmaya başladı.
Küba krizinden iki yıl sonra, Kıbrıs’ta toplu katliam tehdidi yaşayan Türkleri kurtarmak için Ada’ya bir müdahale kararı alan Türkiye bu kez ABD’nin doğrudan engellemesiyle karşılaştı. Başkan Johnson –birçok başka gerekçenin yanı sıra- şayet Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi sebebiyle SSCB Türkiye’ye saldırırsa, NATO’nun Türkiye’yi korumayabileceğini açık bir dille ifade ediyordu.
1964’ten sonra Türkiye’nin ABD’ye tam bağımlı olandan daha dengeli bir dış politikaya yavaş yavaş geçmeye teşebbüs ettiğini görürüz. 1960’ların sonundan başlayarak SSCB ile ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi, Arap ülkeleriyle İsrail’e karşı daha yakın bir iş birliği, İslam Konferansı’na üyelik, AET ile ilişkilere verilen önemin artması, Afrika açılımı hep bu çerçevede ele alınabilir. 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında bu denge arayışları daha da hız kazanmış hatta 1978’deki Ulusal Savunma Doktrini ile Türkiye’nin Batı bağlantısı keskin bir dille sorgulanmıştır.
1980 askerî darbesiyle beraber ABD yeniden öncelikli hâle gelmiş, İslam ülkeleriyle ilişkiler ABD’nin yeşil kuşak yaklaşımına endekslenmiştir. Yine de Türkiye denge arayışlarından tamamen vazgeçmemiştir.
1987’de AB’ye tam üyelik için başvururken Başbakan Özal, Ortak Pazar’la ilişkinin sadece ekonomik ve demokratikleşmeye dönük faydalarını gözetmiyordu. ‘Batı’ ile ilişkilerde ABD’nin ağırlığını dengelemek de istiyordu. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla iki kutuplu düzen çökünce Türkiye ‘yeni dünya düzeninde’ kendisini yeniden konumlandırma çabası içine girdi. Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz ve Balkanları yeni açılım alanları olarak belirledi. Ekonomik ve siyasi açıdan bu bölgelerde nüfuzunu artırmaya çalıştı. Körfez Savaşı sırasında ABD ile iş birliği yapsa da, Irak’ın kuzeyindeki Amerikan faaliyetleri Türkiye’de rahatsızlığa sebep oldu. PKK terörü tırmandıkça bu rahatsızlık arttı.
Aynı yıllarda küreselleşmenin getirdiği fırsatlar da, tehditler de Türk dış politikasını etkiledi. Neo-liberal ekonomik bakış açısının ABD tarafından dünyada yaygınlaştırılması Türkiye’yi doğrudan etkiledi. Sermayenin millî niteliğini yitirmeye başladığı dünyada Türkiye ve birçok ülke ‘yükselen pazarlar’ olarak adlandırılmaktaydı. Soğuk Savaş’taki ‘Batı’nın son karakolu’ gitmiş, ‘yükselen pazar’ gelmişti. Türkiye bu dalganın ekonomik sonuçlarını ağır ödedi.
11 Eylül 2001’den sonra Başkan Bush’un dış politika yaklaşımı Clinton’ınkinden çok farklıydı. ‘Sert güç’, ‘tek taraflılık’, ‘Amerikan istisnacılığı’ ve ‘ön alıcı saldırı’ Bush döneminin ana ilkeleri oldu. Bugüne kadar alçalıp yükselen Türk-Amerikan ilişkilerindeki dalgalanma da 2003’te Bush döneminde ivme kazandı.
Türkiye 2002’den itibaren dış politikasında Stratejik Çok Yönlülüğe kararlı şekilde yöneldi. Daha önce teşebbüs seviyesinden öteye geçmeyen birçok bölgeye ekonomik ve siyasi olarak girildi. Türk ekonomisinin güçlenmesi, savunma sanayiinde dışa bağımlılığın azaltılması, terörle mücadelede yeni konseptlerin geliştirilmesi, AB ile müzakere sürecinin başlaması, bölgesel ve küresel düzeyde görünürlüğün, etkinliğin artması Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki nüfuzunu da artırdı. Stratejik Çok Yönlü dış politikanın sonuçlarından çıkarları zarar görenlerin Türkiye’yi hedef alan operasyonları da bu dönemde aynı oranda arttı.
Türkiye’nin bugünkü dış politika öncelikleri de gelecek haftanın konusu olsun.