Türk dış politikasının esasları (19.08.2018) Türkiye Gazetesi

Trump’ın sosyal medyadaki laubalilikleri ve ABD’nin ipe-sapa gelmez Türkiye karşıtı tutumu sebebiyle her geçen gün daha da gerilen Türk-Amerikan ilişkileri ister istemez milletimizin dış politikaya olan alakasını artırdı. Birçoğumuz dış politikamızın önceliklerini, ortaya çıkan durumun arka planını öğrenmeye çalışıyoruz. Büyük resme bakarken kaybolmak yerine, gündelik gelişmeleri tahlil eden yorumculara kulak veriyor ve onların ortaya koyduğu ipuçlarıyla kendi varsayımlarımızı oluşturmaya çalışıyoruz. Kamuoyunun dış politikayı takip yöntemi diğer ülkelerde de Türkiye’den farklı değil. Farklı sosyo-ekonomik çevrelerden gelen, farklı eğitim seviyeleri olan, farklı alanlarda yetişmiş, iş sahibi olmuş, hayattan farklı beklentileri bulunan milyonlarca insanın elbette bire bir aynı dış politika algılarına sahip olmaları beklenemez. Fakat hepimiz, günümüz dünyasında dış politikanın daha evvel hiç olmadığı kadar iç gelişmelerle iç içe geçmiş olduğunun farkındayız. Bir şeyin daha farkındayız: Memleketimizin dışarıdan bir saldırı altında olduğunun.

Birkaç paragrafa sığdırmaya çalışmanın beyhude bir çaba olduğunu bilsem de, en azından bundan sonraki tahlillerimize karınca kararınca bir katkı sağlayabileceği düşüncesiyle Türk dış politikasının temel belirleyicilerinden kısaca bahsetmeyi zaruri hissettim. Şüphesiz okuyanlardan ekleme-çıkarma yapanlar olacaktır. Elektronik postama yorumlarınızı yollarsanız müteşekkir olurum.

Derslerimizde dış politikamızı belirleyen unsurları yapısal ve dönemsel olarak ikiye ayırırız. Yapısal unsurlar neredeyse İmparatorluğumuzun son döneminden bu yana değişmemiş, Cumhuriyetimizin tevarüs ettiği ve elan geçerli olan hususlardır. Bunlar temelde dört tanedir.

Birincisi, coğrafya. Yani Türkiye’nin konumu. Birçok jeopolitikçinin evvelce zikrettiği gibi bugün de coğrafya milletlerin geleceğini tayin ediyor. Türkiye bugün en az iki kesişme noktasının üzerinde yer alıyor. Transatlantik dünya ve yükselmekte olan Asya dünyası arasındaki alan ile gelişmiş ülkelerle gelişmekte veya az gelişmiş olan ülkeler arasındaki alan. Bu saha mütemadiyen iktisadi, siyasi ve sosyal çalkantılar sahne oluyor. Merkezde yer alan Türkiye’den jeopolitik fay hatları geçiyor. Etrafımızda olup bitenlerden ortaya çıkan sarsıntılar bizi doğrudan etkiliyor.

İkincisi, demografik yapı. Yani nüfus kompozisyonumuz. Türkiye kökleri Orta Asya’ya dayanan büyük çoğunluğu Müslüman olan insanlara sahip bir ülke. Aynı zamanda bir imparatorluk bakiyesi olması hasebiyle son 200 yıldır mücavir alanından ciddi miktarda göç almış bir ülke. Böyle olduğu için de, Türkiye’nin dış politik hassasiyetleri Doğu Türkistan’dan Balkanlar’a, Kırım’dan Yemen’e ve Kuzey Afrika’ya uzanan geniş bir coğrafyaya yayılmış durumda. Türkiye -dünyada başka hiçbir devlette olmayan bir özelliğe sahip-: Aynı anda hem Avrupa, hem Asya, hem Akdeniz, hem Orta Doğu, hem Karadeniz, hem Balkanlar, hem Kafkasya’yla iç içe. Hem NATO, hem Avrupa Konseyi, hem İslam İşbirliği Teşkilatı, hem G-20, hem KEİT üyesi.

Üçüncüsü, tarih. Yani geçmişin mirası. Geçmişten bugüne intikal eden bazı konular bazı bölgelere yönelik dış politikamız için paslı kilitleri kolayca açmamıza yarayan bir anahtar işlevi görürken, bazı alanlarda önümüzü tıkamak isteyenlerce kullanılan engeller olabiliyor. İmparatorluğumuzdan ayrılan ya da koparılan bazı ülkelerde ulus inşa süreçlerinde siyasi elit tarafından Türkiye’ye karşı bir ötekileştirme vasıtası olarak kullanılan Osmanlı geçmişi, yine aynı ülkelerin halkları tarafından pekâlâ kendi despot rejimlerinden kurtuluş mücadelelerinde yüceltilen bir altın çağ motifine dönüştürülebiliyor. Türkiye’nin bu ülkelerde adım atarken, her iki tarafı da göz önünde bulundurarak ihtiyatla hareket etmeyi bir alışkanlık hâline getirmiş olması boşuna değil.

Dördüncüsü, esas millî siyasi hedefimiz. Yani modernleşme. Bazen savaşlar, bazen iç gelişmeler sebebiyle inkıtalara uğrasa da en azından son 200 yıldır muasırlaşma gayreti içindeki Türkiye’nin dış politikası da bu ana istikametten doğrudan etkileniyor, ekseriyetle o hedefe ulaşmanın asli vasıtası hâline geliyor. Modernleşmenin tabii neticesi olan iktisadi ve siyasi güç kazanma beraberinde dış politikada daha bağımsız hareket edebilme kabiliyetini getiriyor. Bu ise Türkiye’nin kendi tayin ettikleri ‘görev alanı’ dışına çıkmasını istemeyenleri ziyadesiyle rahatsız ediyor.

Günümüzde ABD’yle yaşadığımız problemleri değerlendirirken yukarıdaki sabiteleri de zihnimizde bulundurmanın faydalı olacağını düşünüyorum.

Kurban Bayramımızı en kalbî hislerimle tebrik ediyorum.