ABD dış politikasında Evanjelizm’in gölgesi (29.07.2018) Türkiye Gazetesi

Belki de doğru soru ‘Trump ne istiyor?’ olmalı. Zira Başkanlık koltuğuna oturduğu günden bu yana Donald Trump’ın dış politika alanındaki icraatı sadece kendisinden önceki Başkan Barack Obama’nın dış politika hedefleriyle değil, son 30 yıllık Amerikan diplomasisi çizgisiyle de çelişiyor. Göreve başladığı günden itibaren dünyanın geri kalanıyla ülkesi arasındaki ilişkileri nasıl bir çerçeveye oturtacağını tartışıp durduğumuz Trump geçen sonbaharda Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni yayınlamış ve başkanlığı döneminde dışarıda neler yapacağının işaretlerini vermişti.

Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde neler olduğunu kısaca hatırlayalım: “Amerika’yı yeniden büyük yapacağız” sloganını belgenin neredeyse her sayfasına zerk eden Trump, ABD’nin asıl rakiplerinin Çin ve Rusya olduğunu dünyaya ilan etmişti. Kuzey Kore ve İran’dan terörist ülkeler olarak bahsetmişti. ABD’nin çıkarlarının diğer tüm ülkelerin çıkarlarının önünde geldiğini belirtirken, bu çıkarlara ulaşmak için gerekli görürse silahlı güç kullanmaktan da çekinmeyeceğini belirtmişti.

Strateji’nin ilanından sonra Trump’ın yaptıkları, bırakın ABD’nin millî menfaatlerine ulaşmasını, bu ülkenin dünyada daha da yalnızlaşmasından başka hiçbir işe yaramadı. Avrupa Birliği ile ticaret dolayısıyla var olan anlaşmazlık daha da derinleşti. Tarihin en kapsamlı ticaret anlaşması olarak anılan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’nı rafa kaldıran Trump, 2003’teki Irak Savaşı sırasında ‘eski Avrupa’ olarak nitelendirdiği Almanya-Fransa eksenindeki AB ülkeleriyle kriz yaşayan George W. Bush’tan daha da ileri giderek neredeyse tüm Avrupa ülkelerini karşısına aldı.

Trump, Rusya ile Suriye konusunda bazı hususlarda anlaşmaya çabalarken, aynı anda -Çin ile olduğu gibi- bu ülkeyle de ticaret ve enerji nakil hatları konusunda görüş ayrılıkları su yüzüne çıktı. Rusya’nın ABD Başkanlık Seçimlerine müdahil olup olmadığı sorusu ABD iç siyasetini hâlen meşgul ederken, Trump’ın Putin’le ilişkileri bir türlü istikrarlı bir yapıya kavuşmadı.

Trump’ın baştan beri hedefindeki ülke olan Çin’e karşı başlattığı ekonomik taarruz, bu ülkede yatırımları olan Amerikan şirketlerini ciddi anlamda endişelendirmeye başladı. Bir süredir ‘dünyanın fabrikası’ nitelemesini hak eden Çin’in ABD ile ticaretine engellemeler getirmek, kendi kendine kurşun sıkmaktan farksız. Diyelim ki, Trump Çin’in önümüzdeki yıllarda ABD’nin önüne geçerek dünyanın en büyük ekonomik ve askerî gücü olmasını engellemeye çalışıyor. Öyle ise Trump’ın klasik güç dengesi siyasetini takip ederek Çin’i AB ve Rusya’yı da yanına alarak dengelemesi ve gerekirse engellemesi gerekmez mi? Aksine Trump güya Çin’i durdurmak isterken, züccaciye dükkânına giren fil misali her şeyi kırıp döküyor. Üstelik bu filin gözleri de bağlı!

Sanki Trump’ın gözlerine perde inmiş. Kendisinin, Başkan Yardımcısı Pence’in ve ABD yönetim mekanizmasında önemli koltuklara oturttuğu kişilerin sabit fikirleri birçok bölge ve ülkeyle ilişkilerde yapıcılıktan uzak bir tutum sergilemelerine yol açıyor.

Kudüs’ü yasa dışı şekilde İsrail’in başkenti olarak tanıyan ve büyükelçiliğini taşıyan Trump bu hamlesini söz konusu sabit fikirlerin esiri olarak atıyor. Uzun ve ince bir diplomasinin ürünü olan İran’la nükleer anlaşmayı yırtıp atan ve Tahran’a yeni yaptırımlar uygulanacağını ilan eden ABD Başkanı, yine aynı saiklerle hareket ediyor. Türkiye ile ilişkilerinde de Trump’ın ve Pence’in her sözü aynı mutaassıp zihin dünyasının ürünleri olarak dışa vuruluyor. Söz konusu taassubun adı Evanjelizm.

Önümüzdeki dönemde ABD siyasetinde bu kavramı daha sık duyacağız. Bugün sayıları yaklaşık 100 milyonu bulan Evanjelik kiliselere mensup Amerikan vatandaşları ABD siyasetini daha önce hiç olmadığı kadar çok etkilemeye başladılar. Amerikan sekülerizmi süratle irtifa kaybederken, Evanjelik cemaatlerin kelime dağarcığı Amerikalı siyasetçilerin söylemlerinde çok daha fazla yer bulmaya başlıyor. Evanjeliklerin azımsanmayacak bir kesiminin ‘Cennetin Krallığı’nın kurulması için armageddon beklentisi, sıradan Amerikan siyasetçisinin alışık olmadığımız bir retoriği olmaya da yavaş yavaş başladı. İsrail ile sorgusuz sualsiz ittifak ve iş birliği Evanjelistlerin arka planını oluşturduğu Amerikan Yeni Muhafazakârlarının temel şiarlarından biri.

Kapitalizmin, dolayısıyla maddiyatçılığın merkezi olarak bildiğimiz, dış politikasını da tamamen maddi çıkarlar üzerinden tahlil edegeldiğimiz ABD’de Evanjelistlerin devletin dümenine geçmesinin dünya için ne gibi sonuçlara yol açabileceğine, bugüne kadar çok fazla kafa yormamıştık. Trump’ın ve Pence’in Türkiye karşıtı cümlelerini bu bağlamda değerlendirmek lazım.