Uluslararası ilişkiler disiplinini bekleyenler (08.04.2018) Türkiye Gazetesi

Uluslararası Çalışmalar Derneği’nin (ISA) 59. yıllık kongresi ABD’nin San Francisco şehrinde yapıldı. Dünyanın dört bir yanından gelen 6000’e yakın akademisyen 4 gün boyunca 1315 panelde bildirilerini sundular. Bu yılki ana tema ‘Kuralların Gücü ve Gücün Kuralı’ şeklinde belirlenmişti. Birleşmiş Milletler düzeninin giderek anlamsızlaştığı ve uluslararası hukukun irtifa kaybettiği uluslararası ilişkiler alanının ne yöne doğru gideceği yönündeki görüşler toplantıda tartışıldı. Kongrede dikkatimi çeken üç konuyu bu hafta sizlerle paylaşmak istiyorum…

Birincisi, uluslararası ilişkiler akademisyenlerinin dünyaya bakışıyla, dış politikayı oluşturup, uygulayanların algıları arasındaki makasın giderek açıldığını düşünüyorum. Şöyle ki, üniversitelerde uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi öğreten hocalar, bu alanda kitap ve makale yayınlayan araştırmacılar çoğunlukla dünyada olup bitenlere son derece eleştirel bir perspektiften yaklaşıyorlar. Başta ABD olmak üzere BM’nin daimî üyelerinin kendi güçlerini ‘kural’ hâline getirme çabalarının dünya barışının ve güvenliğinin tehdit altına girmesinin asıl sebebi olduğunu savunanlar çoğunlukta. Başka bir deyişle, teorisyenlerle pratisyenler çok ayrı dillerden konuşuyorlar.

Bu durumun kısa vadede uluslararası ilişkiler için doğurabileceği iki gelişme söz konusu olabilir. İlki, akademik camia giderek kendi ‘fildişi kulesine’ kapanarak, uygulayıcılara ve onların uygulamalarına daha fazla yabancılaşabilir. Bu ise gerçeklikten kopuk, büyük ölçüde fantezi mahiyetinde akademik çalışmaların uluslararası ilişkiler disiplinini işgal etmesine yol açabilir. İkincisi ise, uygulayıcılar arkalarına kamuoyu desteğini de almak suretiyle, uluslararası ilişkiler disiplininin literatürünü de kendileri oluşturmaya yönelebilirler. Üretilmiş bilginin bilhassa sosyal medya yoluyla hakikat gibi kitlelere algılattırıldığı ‘post truth’ (gerçek ötesi) çağında, uluslararası ilişkilerle ilgili bilimsel çalışmaların yerini, komplo teorisi tabanlı, herhangi bir bilimsel temele dayanmayan, masa üstünde üretilmiş zırvalar alabilir. Zaten bir süredir alanı istila etmeye başlayan akademik çalışma görünümlü safsatalar, uluslararası ilişkilerde asli kaynaklar hâline gelebilir. Gresham yasası gereği ‘kötü paranın iyi parayı kovması mukadderdir’.

Unutmayalım ki, giderek daha az kitap ve gazete okuyan, dünyaya ilişkin bilgileri sosyal medya üzerinden öğrenen, çoğu zaman da, bunlarla hiç ilgilenmeyen Y ve Z kuşakları 15-20 yıl içinde ülkeleri yönetmeye başlayacaklar. Bu gençlerin dünyaya bakışlarının bugün hangi kaynaklar üzerinden ve nasıl şekillenmekte olduğu dünyamızın geleceğinde nasıl bir anlayışın hâkim olacağını belirleyecek.

Bu yılki Kongrede dikkatimi çeken bir diğer husus akademisyenlerin çoğunun da, yukarıda bahsettiğim eğilime girmiş olduklarıydı. Başta genç uluslararası ilişkiler akademisyenleri olmak üzere akademisyenlerin bir bölümü artık geçmişte alıştığımız, mektepte bize öğretilen bilimsel araştırma formatının dışında hareket etmeye başlamışlar. Elbette araştırma yöntemleri değişebilir. Onlardan söz etmiyorum. Bilimsellik, nesnellik, etik gibi olmazsa olmazlardan söz ediyorum. Uluslararası ilişkiler literatürünü istila etmeye başlayan ‘post truth’ ürünleri dalgası, asli görevi alana bilimsel katkı vermek olan hocaları da doğrudan etkiliyor. Bir komplo teorisini ya da tamamen iç siyasi mülahazalarla uydurulmuş verileri herhangi bir denetim mekanizmasına tabi tutmadan, sırf kolay ulaşılabilir oldukları için çalışmalarında kullananların sayısında artış var.

Üçüncü olarak, uluslararası ilişkiler çalışmalarında Batı hâkimiyetinin kırılmaya başladığı. Hâlâ ABD merkezli teorik ve ampirik çalışmalar önde geliyor. ABD’nin küresel liderliği sürdükçe bu tabii. Fakat Türkiye, Çin, Hindistan ve Güney Amerika ülkeleri uluslararası ilişkiler literatürüne çok daha fazla katkı sağlıyorlar. 6000 kişilik bir dünya kongresinde en kalabalık 4. katılımın Türkiye’den olması ülkemizin bu alana gelecekte damga vuranlar arasında yer alacağının bir göstergesi. Bu vesileyle bir güzel haberi de paylaşayım. Dünyanın en büyük uluslararası ilişkiler akademik ağı olan ISA Türkçeyi, kurumun altı resmî dilinden biri olarak kabul etti. ISA’nın üst yönetimine seçilme başarısı gösteren hocaların çabalarını burada takdir etmemiz gerekiyor.